Sağlık Kütüphanesi
Sağlığınızla ilgili merak ettiğiniz soruların yanıtlarını ve sağlıklı bir yaşam için atılması gereken adımları kütüphanemizde bulabilirsiniz.
Hastalıklar
Ailesel Akdeniz Ateşi (Fmf)
<p>Genetik bir hastalık olan Ailevi Akdeniz Ateşi (Familial Mediterranean Fever-FMF), anne babadan çocuğa geçer. Çekinik genler yoluyla taşınan bu hastalık ataklar halinde karın ağrısı, akciğer ile eklemlerde ağrılar ve yüksek ateş şikayetleriyle belirti verir. Anne babası taşıyıcı olan çocukların hastalığa yakalanma riski en az yüzde 25 olan Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı çoğunlukla Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde görülmektedir. Genetik nedenlerden dolayı vücudun kendi kendine tetiklediği iltihaplı ataklarla seyreden Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığında ataklar ani olarak gelişir ve bir süre sonra kendiliğinden geriler. MEFV olarak adlandırılan bir gen bir gen mutasyonundan kaynaklanan Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının kesin tedavisi mevcut değildir, hastalığa bağlı şikayetler hayat boyu sürebilir. Ancak ilaç kullanımıyla ateş ve ağrı atakları çok büyük oranda kontrol altına alınır ve önlenebilir. Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları için tedavi ömür boyu sürmelidir.</p> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi (Familial Mediterranean Fever) hastalığı nedir?</strong></h2> <p>Ailevi Akdeniz Ateşi, tekrarlayan ateşlere, karın, akciğerler ve eklemlerde ağrılı iltihaplanmaya neden olan genetik bir otoinflamatuar hastalıktır. Ailevi Akdeniz Ateşi; genellikle Akdeniz kökenli insanlarda görülen kalıtsal bir hastalıktır. Dünyada 10.000’den fazla Ailevi Akdeniz Ateşi hastası olduğu bilinmektedir.</p> <p>Ailevi Akdeniz Ateşi çoğunlukla çocukluk döneminde teşhis edilir. Bu hastalığın kesin tedavisi olmasa da, hastalığın yol açtığı belirti ve semptomlar hafifletilebilir hatta tamamen önlenebilir. </p> <p>Ailevi Akdeniz Ateşi, serozit, sinovit (eklem zarlarında oluşan iltihaplanma) veya deri döküntüsünün eşlik ettiği nispeten kısa, genellikle 1 ila 3 günlük ateş atakları ile karakterizedir. Bazı hastalarda ataklar bebeklik döneminde veya erken çocukluk döneminde başlar. Hastaların yüzde 80- 90'ı ilk ataklarını 20 yaşına kadar yaşar. <strong>Ailevi Akdeniz Ateşi </strong>ataklarının sıklığı, hem hasta grupları arasında hem de herhangi bir hasta için oldukça değişkendir ve ataklar arasındaki aralık, günlerden yıllara değişir. Atak türü - abdominal, plevral veya artritik olmak üzere zamanla değişebilir.</p> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşine ne sebep olur?</strong></h2> <p>Ailevi Akdeniz Ateşi<strong>, </strong>MEFV genindeki mutasyonların neden olduğu genetik bir hastalıktır. Başlangıçta, biri anneden diğeri babadan olmak üzere MEFV geninin iki anormal kopyasını gerektiren resesif bir hastalık olduğu düşünülse de, çocuklar tek bir mutasyona uğramış gen olsa bile Akdeniz Ateşi hastalığını barındırabilirler. Nadiren, anormal gen bulunmasa bile hastalara Ailevi Akdeniz Ateşi teşhisi konulabilir. MEFV geni, pirin adı verilen bir protein yapar. Pyrin, iltihabın doğal kontrolünde rol oynar. MEFV geni düzgün çalışmadığında, iltihap kontrolden çıkar ve hastalar enfeksiyon olmaksızın ateş ve ağrı nöbetlerine maruz kalır.</p> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi belirtileri-semptomları nelerdir?</strong></h2> <p>Ailevi Akdeniz Ateşi’nin başlıca belirtileri-semptomları şunlardır:</p> <ul> <li>Karın, göğüs ve eklem ağrıları: FMF hastalarının yaklaşık yüzde 90’ında karın ağrısı şikayeti oluşur. Karın ağrısı genellikle 12-72 saat sürer. Bazı ataklar akut apandisiti taklit edebilir. Yine hastaların yüzde 20- 40’ında göğüs ağrısı ve yüzde 50- 60’ında eklem ağrısı oluşur. Hastalarda eklem ağrıları çoğunlukla diz ve ayak bileğini etkiler.</li> <li>Tekrarlayan ateş nöbetleri: 38.5C-40C’ye kadar yükselebilen ateş, çoğunlukla karın, göğüs ve eklem ağrılarına eşlik eder.</li> <li>Deride kızarıklıklar: Hastalarda daha çok diz ve ayak bileği arasındaki deride ‘erizipel benzeri kızarıklık’ olarak adlandırılan kırmızı döküntü şeklinde cilt bulgusu görülür. Bu döküntüler birkaç gün içinde geriler.</li> </ul> <p><strong>Not: Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları bazen uzun bir dönemi ataksız geçirebilir. Atakları tetikleyici etmenler arasında stresin, enfeksiyonların rolü olabileceği düşünülmektedir. Öte yandan hasta atakların sonunda tamamen düzelir ve bu periyodlar arasında bütünüyle normaldir.</strong></p> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi komplikasyonları nelerdir? </strong></h2> <p>FMF hastalığı tedavi edilmediği takdirde çeşitli komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Hastalığın yol açtığı komplikasyonlar şunları içerebilir.</p> <p><strong>Kandaki anormal protein: </strong>Ailevi Akdeniz ateşi atakları sırasında vücut anormal bir protein (amiloid A) üretebilir. Protein vücudunuzda birikerek organ hasarına (amiloidoz) neden olabilir.</p> <p><strong>Böbrek hasarı: </strong>Amiloidoz böbreklere zarar vererek nefrotik sendroma neden olabilir. Nefrotik sendrom, böbreklerin filtreleme sistemleri (glomeruli) hasar gördüğünde ortaya çıkar. Bu rahatsızlığı olan kişiler idrarlarında büyük miktarda protein kaybedebilirler. Nefrotik sendrom böbreklerde kan pıhtılaşmasına (renal ven trombozu) veya böbrek yetmezliğine yol açabilir.</p> <p><strong>Kadınlarda kısırlık: </strong>Ailevi Akdeniz Ateşi’nin neden olduğu iltihap, kadın üreme organlarını da etkileyerek kısırlığa neden olabilir.</p> <p><strong>Eklem ağrısı: </strong>Ailevi Akdeniz Ateşi olan kişilerde artrit yaygındır. En sık etkilenen eklemler dizler, ayak bilekleri, kalçalar ve dirseklerdir.</p> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi tanısı nasıl konulur?</strong></h2> <p>FMF<strong> </strong>hastalığının tanısı dikkatli alınan bir hasta hikayesi, fiziki muayene ve laboratuvar testlerine dayanan kriterlere göre konulmaktadır. Etnik köken, tipik periyodik ateş, serözit atakları (1-4 gün süren karın, göğüs ağrısı), ailede Ailevi Akdeniz Ateşi öyküsü ve atakların ilaç ile önlenmesi tanı koymada çok yardımcıdır. Atak sırasında iltihabi süreci gösteren lökosit sayısında artış, eritrosit sedimentasyon hızı, fibrinojen ve C-reaktif protein (CRP) düzeylerinde yükseklik takip edilir. Atak sonrası söz konusu laboratuvar bulgularındaki hızla düzelme doktorun tanı koymasına yardımcı olur. Kesin tanı koydurucu bir kriter olmayan MEFV mutasyon sonuçlarını değerlendiren genetik analiz ise klinik tanıyı destekler.</p> <p>Tanı sürecinde aşağıdaki göstergeler yardımcı olabilir:</p> <ul> <li>Bağışıklık tepkisinin bir göstergesi olan yüksek beyaz kan hücresi sayısı</li> <li>Enflamatuar bir yanıtın bir göstergesi olan yüksek eritrosit sedimantasyon hızı (ESR)</li> <li>Kanamayı durdurmaya yardımcı olan yüksek plazma fibrinojeni. Yüksek miktarda mevcut olan yüksek plazma fibrinojeni bu mekanizmada bir sorun olabileceğini gösterir</li> <li>Kırmızı kan hücrelerinin yok edildiğini gösteren yüksek serum haptoglobini, Familial Mediterranean Fever (FMF) gibi romatizmal hastalıklarda sık görülen bir durumdur.</li> <li>Karaciğer tarafından üretilen özel bir protein türü olan yüksek C-reaktif protein, yalnızca akut inflamasyon atakları sırasında bulunur.</li> <li>İdrar tahlili ile gösterilen idrarda yüksek albümin. Ataklar sırasında mikroskobik hematüri (idrarda çok küçük - mikroskobik - miktarlarda kan veya kan hücresi) ile birlikte idrarda protein albüminin varlığı böbrek hastalığının bir belirtisi olabilir.</li> </ul> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi tedavisi nasıldır? </strong></h2> <p>Erken teşhis ve tedavi ile pek çok Ailevi Akdeniz Ateşi hastası normal hayatlarını sürdürebilir. Dengeli bir diyet, egzersiz programı, kilo kontrolü ve stressiz sağlıklı bir yaşam tarzı, hastalığın yol açtığı ağrıyı yönetmeye ve genel sağlık durumunu korumaya yardımcı olabilir.</p> <p>Kesin tedavisi olmayan FMF hastalığının belirti ve semptomlarını kontrol etmek, önlemek için kullanılan ilaçlar şunlardır:</p> <p><strong>Kolşisin etken maddeli ilaçlar</strong>: Kolşisin yeterli dozlarda kullanıldığında Ailevi Akdeniz Ateşi’nin yol açtığı atak sayısında belirgin bir azalmayı sağlamaktadır. Kolşisinin yaygın görülen yan etkileri arasında şişkinlik, karın krampları ve ishal bulunur. Bu yan etkilerin arasında kolşisinin en sık görülen yan etkisi ishaldir ve özellikle ilaç yüksek dozlarda kullanıldığında ortaya çıkmaktadır. Kolşisinin amiloidozu engellediğini gösteren önemli çalışmalar vardır. Ancak azospermiye neden olup olmadığı konusu henüz açıklığa kavuşturulamamıştır. Nadir durumlarda, kolşisin, özellikle eritromisin (makrolid) ailesinden veya statinlerden (kolesterol ilaçları) antibiyotik alırken kas güçsüzlüğüne neden olabilir. Bu nedenle, bu ilaçların kolşisin ile dikkatle verilmesi gerekir. Kadın hastaların hamilelik veya emzirme döneminde kolşisin almayı bırakması gerekmez. Kolşisin ile tedavi edilen çocuklar yılda en az iki kez kan ve idrar testleri yaptırmalıdır.</p> <p><strong>Enflamasyonu önlemek için diğer ilaçlar: </strong>Altı ay süreyle tolere edilebilecek maksimum dozda ve düzenli kolşisin kullanmalarına rağmen ayda bir iki atak geçiren hastalar kolşisine yanıtsız olarak kabul edilir. Kolşisine yanıt alınamayan veya kolşisini tolere edemeyen hastalara alternatif tedavi yöntemleri denenebilir. Hastaya iltihaplanmaya karışan interlökin-1 adlı bir proteini bloke eden ilaçlar reçete edilebilir. Son yıllarda TNF inhibitörleri ve IL-1 inhibisyonu (IL-1 reseptör antagonisti anakinra) tedavide daha ağırlık kazanmaya başlamıştır.</p> <h2><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları ateş ataklarını azaltmak için neler yapabilirler? </strong></p> <p>Ailevi Akdeniz Ateşi hastaları tedaviye ek olarak ateş ataklarını önlemek veya azaltmak için şu noktalara dikkat etmelidir:</p> <p><strong>Yeterince uyumak:</strong> Yeterli derecede uyku bağışıklık sisteminin güçlenmesine yardımcı olur.</p> <p><strong>Rahat bir günlük rutin</strong>: Stresli durumlar nöbetleri tetikleyebilir. Bu yüzden stresten uzak durulmalıdır.</p> <p><strong>Egzersiz:</strong> Düzenli şekilde yapılan egzersizler stresi azaltır aynı zamanda bağışıklık sistemini güçlendirir.</p> <p><strong>Dengeli ve sağlıklı beslenme:</strong> Bol meyve ve sebze tüketmek ailevi FMF hastalarına iyi gelir. Bazı hastalarda fazla yağlı yemekler nöbetleri tetikleyebilir.</p> <p><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı ne kadar yaygındır?</strong></p> <p><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı </strong>nadir görülen bir hastalıktır. Nitekim hastalık Batı ülkelerinde 100.000 kişiden yaklaşık 2,5 kişide görülür. Hastalık en yaygın olarak Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde görülür. Bu milletlerden her 200 kişiden biri Ailevi Akdeniz Ateşi hastasıdır.</p> <p><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı Türkiye’de ne kadar yaygındır?</strong></p> <p>Türk toplumunda Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığın görülme sıklığı yüzde 0,1'dir.</p> <p><strong>Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının günlük yaşam üzerinde etkileri nasıldır? </strong></p> <p>FMF hastalığı ilerleyen yaşla birlikte genellikle iyileşir ve çoğu hastanın uygun tedaviyle normal bir hayat sürmesi mümkündür. Ancak tedavi sonuçları her ne kadar başarılı olsa da Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığı tamamıyla iyileştirilemez, ömür boyu tedavi edilmesi şarttır. Şöyle ki bu hastalıkla yaşamayı kolaylaştırmak için doktorlarla güvene dayalı bir ilişki geliştirmek önemli bir husustur. Hastalığın yol açtığı ateş atakları, iltihaplanma ve vücudun çeşitli yerlerinde meydana gelen ağrılar bazen aile ve sosyal hayat üzerinde, işe ve okula devam etmede ve duygusal mutlulukta olumsuz bir etkiye sahip olabilir. Hastaların bir aile üyesi, güvendiği bir arkadaş veya bir terapistle konuşması, korkularını ve hayal kırıklıklarını ifade etmesine olanak sağlayabilir. Sonuç olarak uygun bir tedavi programıyla birlikte kişiler günlük yaşam normal şekilde devam edebilir, hastalar eğitim, iş, spor faaliyetleri veya sosyal etkinliklere dilediğince katılabilir.</p>
Huzursuz Bacak Sendromu
<p>Genellikle istirahat ederken ya da uyurken ortaya çıkan bacak hareket ettirme isteği, huzursuzluk, karıncalanma gibi bulgular Huzursuz bacak sendromu (HBS) hastalığı belirtileri arasında yer alıyor. HBS, hiçbir neden olmadan daha çok genetik geçiş ile ortaya çıkabileceği gibi, demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliği gibi faktörlerde bu hastalığa sebep olabiliyor. Kadınlarda daha çok görülen HBS’nin tedavisi ise ilaçlı ve ilaçsız olarak gerçekleştirilebiliyor.</p> <h2><strong>Huzursuz bacak sendromu nedir?</strong></h2> <p>Huzursuz bacak sendromu (HBS), Willis-Ekbom hastalığı olarak da bilinen, bacakları hareket ettirme dürtüsü veya ihtiyacı ile ortaya çıkan, anormal duyulara karakterize, kronik ve ilerleyici bir hareket bozukluğudur.</p> <h2><strong>Huzursuz bacak sendromu tipleri nelerdir?</strong></h2> <p>Huzursuz Bacak Sendromu, temel olarak primer (idyopatik) ve sekonder (ikincil) olmak üzere iki sınıfa ayrılmaktadır.</p> <p><strong>*Primer (idyopatik) Huzursuz Bacak Sendromu:</strong> Laboratuvar, nörolojik, nörofizyolojik, nöroradyolojik testlerin normal olması gerektiği idyopatik form tüm Huzursuz bacak sendromu olgularının yüzde 70-80’ini oluşturmaktadır. Bu hastalarda kalıtsal geçiş dikkat çeker. İdyopatik HBS’li olguların birinci derece akrabalarında yaklaşık yüzde 50-70 oranında hastalığın görülebildiği ve kadınların daha çok etkilendiği bildirilmiştir. Bu kalıtsal formda hastalık daha erken yaşta başlamakta, genellikle 45 yaştan önce tanı konmakta ve sekonder formlara göre oldukça yavaş ilerleme izlenmektedir.</p> <p>Kalıtsal formun dışında, hastalığın aile öyküsünün olmadığı (sporadik) idyopatik formu da bulunmaktadır.</p> <p><strong>*Sekonder HBS:</strong> Çeşitli klinik durumların HBS’ye yol açabildiği bilinmektedir. Bu klinik durumların en sık görülenleri; demir eksikliği, gebelik ve son dönem böbrek yetmezliğidir. Sekonder sebeplerin ortak noktası olan demir metabolizması bozukluğu, HBS gelişiminde önemli bir etkendir. Bu klinik durumların düzelmesi veya tedavi edilmesi, HBS semptomlarında azalma ve bazı olgularda tam düzelme sağlayabilmektedir. Huzursuz bacak sendromu; Romatoid artrit (RA), Sjögren Sendromu (SjS) gibi bazı romatolojik hastalıklarda normal popülasyona göre daha sık izlenmektedir. Ayrıca HBS’li hastalarda kol, bacak ve eklem ağrısı da görülebilmektedir.</p> <p>Ayrıca Fibromiyalji sendromu olan hastalarda Huzursuz bacak sendromu sık izlenmektedir.</p> <h2><strong>Huzursuz bacak sendromunun belirtileri nelerdir? </strong></h2> <p>HBS’li hastalar, karakteristik olarak semptomlarını tarif etmekte güçlük yaşarlar. Çoğunlukla bacaklarda engel olamadıkları hareket ettirme isteği, acı-yanma-karıncalanma şeklinde çok ağrılı olmayan, fakat oldukça rahatsız edici bir his şeklinde ifade etmektedirler. Bu rahatsızlık istirahat sırasında ortaya çıkmakta, geceleri şiddetlenmekte ve genellikle uykudan uyandıran nitelikte olmakta, bu nedenle de kronik uyku bozukluğu ile emosyonel strese yol açmaktadır. </p> <h2><strong>Huzursuz bacak sendromunun tanısı nasıl konulur? </strong></h2> <p>Huzursuz bacak sendromu hastalığında tanı klinik bulgulara ve öyküye göre konulur. Primer HBS’de fizik, lokomotor sistem ve nörolojik muayeneler normaldir. Ayrıca, tanıyı doğrulayan herhangi bir objektif test bulunmamaktadır.</p> <p>Bunların dışında sekonder HBS ve birlikte görülen durumların aydınlatılması için bir takım laboratuvar testleri önerilir. Bunlar; ferritin, BUN, kreatinin, açlık kan şekeri, magnezyum, TSH, vitamin B12, folat, glukoz tolerans testleridir.</p> <h2><strong>Huzursuz bacak sendromunun tedavisi nasıl uygulanır?</strong></h2> <p>Tedaviye başlanmadan önce sekonder sebepler ile birlikte görülen hastalıklar sorgulanmalı ve tetkik edilmelidir. Tespit edilebilen sekonder sebebe yönelik tedavi, semptomlarda tam düzelme sağlayabilir veya verilecek ilaç dozunun düşürülmesini mümkün kılabilir. Bu hastalığın tedavisi ilaçlı ve ilaçsız tedavi olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.</p> <p><strong>-İlaçsız Tedavi: </strong>Hafif düzeyde Huzursuz Bacak Sendromu semptomları olan hastalarda, çeşitli yan etkileri olabilecek ilaçları reçetelemeden önce, ilaçsız tedavi yöntemleri denenmelidir. Uyumadan önce germe egzersizleri gibi hafif-orta dereceli fiziksel aktivite, sıcak banyo semptomların hafifletilmesinde işe yarayabilir. Bununla birlikte istirahat sırasında hastaya bilgisayar oyunu, bulmaca gibi mental aktiviteyi arttırıcı uğraşlar ile ilgilenilmesi önerilir. Ayrıca yatak odasının serin olması, rahat pijamalar kullanılması, aynı saatte uyuyup aynı saate uyanma, gündüz uyumama şeklinde düzenli bir uyku örüntüsünün oluşturulması gibi düzenlemelerin yapılması tavsiye edilmektedir. HBS’si olan hastaların, semptomları şiddetlendirdiği bilinen kafein, nikotin, alkol, antihistaminik, antidopaminerjik aktivite gösteren antiemetik, antipsikotik ve antidepresanlardan kaçınmaları gerekmektedir. Ayrıca HBS hastalarına programlarını hastalık semptomlarına göre düzenlemeleri tavsiye edilmektedir. Örneğin, uzun süre istirahati gerektiren uçak yolculuğu veya sinema izlemek gibi sedanter aktiviteler sabah saatlerinde, ev işi veya egzersiz gibi şikayetleri azaltan aktiviteler ise günün geç saatlerinde yapılabilir.</p> <p><strong>-İlaçla Tedavi:</strong> Hafif semptomları olan hastalarda ilaçsız tedavi yöntemleri işe yarasa da, orta-ileri düzeyde şikayetleri olan hastalarda çoğunlukla medikal tedaviye ihtiyaç duyulur. HBS tedavisinin ana amaçlarından biri, uygun ve arzulanan zamanlarda, yeterli ve restoratif uykuyu sağlamaktır. Uyku bozukluğunun düzeltilmesiyle, bu hastalarda sık görülen yorgunluk, konsantrasyon eksikliği, uyku hali ve hatta depresyon gibi sorunlar da çözümlenebilir. Tedavinin ikinci bir amacı da, hastaların, kitap okuma, televizyon izleme, sinemaya gitme, seyahat etme gibi şikayetleri arttıran aktivitelerden keyif almalarını sağlamaktır.</p> <p>Tedavi seçenekleri semptomların sıklık ve şiddetine göre düzenlenir. Ortaya çıktığı zaman tedaviyi gerektirecek kadar rahatsız edicidir, fakat günlük ilaçla tedaviye ihtiyaç duyulacak sıklıkta görülmezler. Bu kategoride, semptomlar genellikle seyahat gibi belirli aktivitelerle ortaya çıkar ve çoğunlukla önceden tahmin edilebilir. Bu nedenle, hastalara şikayetleri başlar başlamaz ilaç almaları önerilir.</p> <h2><strong>Huzursuz bacak sendromu ile ilgili sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>*Hastalığın klinik seyri nasıl olur?</strong></p> <p>Klinik seyir hastalığın başlama yaşına göre farklılık göstermektedir. Geç başlangıçlı olgularda, hastalık hızlı ilerleme göstermekte ve genellikle tıbbi tedavi ihtiyacı yaratmaktadır. Erken başlangıçlı olgularda ise semptomlar yıllar içinde sinsi olarak ilerlemekte, hastalık genellikle 40-60’lı yaşlarda sürekli hale gelmektedir.</p> <p><strong>*Karıştırıldığı başka hastalıklar var mıdır?</strong></p> <p>Huzursuz Bacak Sendromu tanı kriterlerinin net olması sebebiyle şüphelenilen hastalarda, tanı koymada güçlük çekilmez. Ancak hastaların şikayetlerini tam olarak ifade edememesi ve semptomların karmaşıklığı kol ve bacaklarda ağrı, hareket bozukluğu ve uyku problemi gibi benzer klinik özellikler gösteren anksiyete bozukluğu, depresyon veya uyku bozukluğu gibi yanlış tanılara neden olabilmektedir.</p> <p><strong>*Huzursuz bacak sendromunun toplumda görülme sıklığı nedir?</strong></p> <p>Olguların çoğuna tanı konulamadığı için hastalığın görülme sıklığı kesin olarak bilinmez. Epidemiyolojik çalışmalara göre HBS toplumun yüzde 1-15’inde görülebilmektedir. Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’dan bildirilen raporlarda yaklaşık sıklığı yüzde 10 iken, Singapur, Japonya ve Hindistan gibi Asya ülkelerinde yüzde 0,1 gibi düşük oranlarda bildirilmektedir. Avrupa’dan bildirilmiş en düşük sıklık yüzde 3,19 ile Türkiye’dendir. Yunanistan’da ise yüzde 3,9 gibi buna yakın bir oran raporlanmıştır. Görülme sıklığı oranlarında görülen bu farklılıklar, hastalığın ortaya çıkmasında ırksal veya etnik faktörlerin rol oynayabileceğini düşündürmektedir.</p> <p><strong>*Huzursuz bacak sendromu hangi yaşlarda daha sık görülür?</strong></p> <p>HBS semptomları ile doktora başvuran hastaların çoğu orta ve ileri yaştadır. Ancak olguların yüzde 35-45’inde şikayetler 20 yaş öncesinde başlamaktadır. Çocukluk ve adölasan döneminde ise görülme sıklığı yüzde 2 civarındadır. Erken dönemde semptomlar genellikle hafif seyirliyken, yaşla birlikte şiddetlenmekte ve 50-60 yaşlarında tedavi ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. 70 yaş üstündeki popülasyonda ise bu oran yüzde 8,7-19 olarak bildirilmiştir.</p> <p><strong>*Kadın ve erkeklerde görülme sıklığı nasıldır?</strong></p> <p>Patofizyolojik mekanizmaları halen açık olmasa da, kadın cinsiyet hastalık için bir risk faktörü olarak görünmektedir. Epidemiyolojik çalışmaların çoğunda kadınlarda yaklaşık iki kat daha sık görüldüğü bildirilmiştir. Ayrıca sigara içenlerde ve ayda 3 saatten az spor yapanlarda HBS sıklığı artmaktadır.</p> <p><strong>* Huzursuz bacak sendromu iki bacakta mı yoksa tek bacakta mı görülür?</strong></p> <p>Semptomlar genellikle tek bacakta rahatsızlık hissi biçiminde başlar. Hastalığın şiddetli seyrettiği olgularda her iki bacak veya kalçalar, gövde, kollar hatta yüz gibi bedenin diğer bölümlerinde de rahatsızlık hissedilebilir. Ancak her koşulda bacaklar etkilenmiştir ve genellikle bacakların diğer bölgelere göre daha önce ve daha ciddi etkilenmesi beklenmektedir.</p> <p><strong>*Huzursuz bacak sendromu belirtileri hangi koşullarda kendini gösterir?</strong></p> <p>Bacaklardaki rahatsızlık hissi istirahatle birlikte başlar. Bu rahatsızlık, başlangıçta belirgin değilken, istirahat süresinin uzaması ile belirginleşir. Semptomlar otururken veya yatarken ortaya çıkabilmektedir. Şikayetlerin ortaya çıkması veya hafiflemesi için özel bir vücut pozisyonu yoktur. Sadece fiziksel istirahat değil, santral sinir sistemi inaktivitesi de rahatsızlığın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle istirahat sırasında mental uyanıklığı arttıran bulmaca, bilgisayar oyunu gibi aktivitelerin şikayetleri azalttığı düşünülmektedir.</p> <p><strong>*Huzursuz bacak sendromu semptomlarını azaltan etmenler nelerdir?</strong></p> <p>Bacaklardaki huzursuzluk hissinin hareketle geçmesi beklenmektedir. Bacaklarda fleksiyon-ekstansiyon hareketi veya germe-ovalama manevraları etkili olabilir. Ancak semptomlar çoğunlukla yataktan kalkıp yürümeyi, sıcak veya soğuk banyoları gerektirebilmektedir. Bir çalışmada hastaların yüzde 82’sinin ısı değişiminden fayda gördüğü bildirilmiştir. Rahatsızlık hareket halindeyken kaybolur, ancak istirahat hali başlar başlamaz tekrar ortaya çıkabilir. Ciddi HBS durumunda, hareketle rahatlama görülmeyebilir, semptomlar 24 saat boyunca süreklilik gösterebilir. </p>
Boyun Fıtığı
<p>Masa başında, bilgisayar karşısında uzun saatler geçiriyor; spor yapmıyorsanız ya da genetik olarak kaslarınız zayıfsa “Boyun Fıtığı” için risk grubundasınız demektir. Saatlerce bilgisayar karşısında çalışmak ve hareketsizlik sonucu ortaya çıkabilen boyun fıtığı, pek çok kişinin yaşam kalitesini etkiliyor. Ancak beyin ve sinir cerrahisindeki yeni yöntemler, teşhis ve tedavi süreçlerini kısaltarak, yaşam kalitesinin yükseltilmesine yardımcı oluyor. Memorial Sağlık Grubu Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü uzmanları, yürüme zorluğuna dahi yol açabilen boyun fıtığı ve tedavisi hakkında bilgi verdi.</p> <h2><strong>Boyun fıtığı nedir?</strong></h2> <p>Omurga, dikey yönde etki yapan vücut ağırlığı ve dış kuvvetlere karşı koymanın yanında, hareket fonksiyonunu da yürütmek durumundadır. Bu yüzden sabit kalmak ve hareketli olmak gibi çatışan iki özelliğe sahip olmalıdır. Bu ikili özellik, omurganın bölümlü yapısı ve omurlar arasındaki diskler tarafından sağlanır. Diskler dikey yönde, yana eğilme ve dönme sırasında uygulanan kuvvetleri emerler. İnsanoğlunun iki ayak üzerindeki duruşu da disk üzerine yansıyan kuvvetleri artırır. Sonuç olarak omurlar arasındaki diskler yaşla belirginleşmek üzere yıpranmaktadır. Yük emme yetenekleri ve dayanıklılıkları azalır, fıtıklaşma gelişebilir. Boynun fazla ağırlık taşımamasına rağmen hareketli yapısı nedeniyle bozulması ve disk fıtığı görülme riski yüksektir. Boyun bölgesinde her omur, cismi hizasından çıkan sinirlerde kola ve sırta yayılarak, bu bölgelerin duyu ve hareketini sağlar. Omurgalar arasındaki disk dokusunun jelatin kıvamındaki iç kısmının, daha kuvvetli bir bağ dokusundan oluşan dış kısmı yırtarak omurilik ve sinirlere bası yapması sonucu boyun fıtığı ortaya çıkar.</p> <h2><strong>Boyun fıtığı belirtileri nelerdir?</strong></h2> <p>Boyun fıtığı, omurilik ve sinir köklerini etkileyen, en sık hayatın 30- 40’lı yaşlarında hastalıktır. Boyun fıtığının belirtileri fıtığın yerine, hastalığın süresine ve ciddiyetine bağlı olarak değişkenlik gösterir. En sık karşılaşılan boyun fıtığı belirtileri ise şöyledir;</p> <ul> <li>Tek taraflı, kola doğru yayılan bir ağrı,</li> <li>Parmak uçlarına kadar yayılır ve uyuşma ile beraber seyreden ağrı.</li> <li>Ağrı ile birlikte yayıldığı kolda kuvvet kaybı.</li> <li>Ele alınan cisimleri düşürmek</li> <li>Yürüme güçlüğü ve dengesizlik</li> </ul> <p>Boyun fıtığı, akut ve kronik olarak iki döneme ayrılabilir. Akut dönemde: nukleus pulpozus’un fıtıklaşması veya serbest olarak dışarı çıkması durumu söz konusu iken, kronik dönemde kemikte gagalaşmaların oluşumu (osteofit) veya genel olarak omurga sistemini oluşturan yapıların yaygın dejenerasyonu ile servikal spondilozis adı verilen bir tablo söz konusudur. Akut boyun disk fıtıklaşmalarında; tek yanlı, kürek kemiğine, göğse üst ekstremiteye yayılan ağrılar hissedilebilir. Ağrı, öksürük, ıkınma ve hapşırma ile artabilir.</p> <p>Ağrı ve uyuşukluğun sıklaşması ve belirli sürede yatak istirahati ile geçmemesi durumunda mutlaka bir beyin ve sinir cerrahına başvurulması gerekir.</p> <h2><strong>Boyun fıtığı nedenleri nelerdir?</strong></h2> <p>Boyun fıtığının oluşması pek çok nedene bağlı olmakla birlikte boyun, bele göre daha narin bir yapıda olduğundan, boyundaki deformasyonlar daha erken yaşlarda başlayabilir. Sürekli aynı noktaya bakmak, boynu uzun süre aynı noktada tutmak, bilgisayar ya da televizyon karşısında uzun süre geçirmek, soğuk klima ısısına maruz kalmak ve egzersiz yapmamak başlıca boyun fıtığı nedenleri arasındadır.<br /> <br /> Boyun fıtığı bazı kişilerde yapısal özelliklere bağlı olarak da ortaya çıkabilir. Genellikle ince, narin ve uzun boyunlu insanlarda boyun fıtığı, kısa boyunlu insanlara oranda daha çok görülmektedir. Bu tip insanların kas yapıları daha zayıftır ve çevresel faktörler ile yaşam biçiminden çok daha kolay etkilenir. Boynun kötü kullanımı da söz konusuysa, bu kişiler daha yüksek oranda boyun fıtığı riski altındadır. Kısa boyunlu ve basık kafa yapısına sahip olan kişilerde ise boyun fıtığının görülme oranı çok daha düşüktür. </p> <p>Sigara kullanmak da boyun fıtığı riskini artıran nedenler arasındadır. Özellikle genç yaşlarda sigaraya başlayanlarda, boyun yapısı çok kısa sürede bozulmaktadır. Sigara, akciğer kanserine genellikle 20 yıl gibi uzun bir dönemde neden olurken, sigara içen kişilerde ilk 5 yıl içinde boyun fıtığı vakalarına rastlanmaktadır. Genetik faktörler de boyun fıtığı üzerinde etkilidir. Eğer kişinin ailesinde boyun fıtığı vakaları varsa, fıtık olma riski de artmaktadır.</p> <p>Uygunsuz çalışma ve uyuma pozisyonları boyun fıtığının oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Oturur vaziyette uyuyakalmak, önemli bir boyun fıtığı faktörüdür. Bu tür alışkınlığı olan kişilerde boyun yastığı kullanılması gereklidir. Gece uykusunda en az 6-8 saat vakit geçirildiği için boynu destekleyen ve boyun boşluğunu dolduran ortopedik yastıklar kullanılmalıdır. Yanlış bir uyuma pozisyonunda geçirilen süre, boyun fıtığına yakalanma riskini artırmaktadır. </p> <p>Boyun fıtığı için risk faktörleri; </p> <ul> <li>Trafik kazası, travma geçirmek, şoförlük, bankacılık gibi mesleklerde çalışmak,</li> <li>Boyunun yanlış hareketleri ve yanlış pozisyonları,</li> <li>Boyun kaslarında zayıflık,</li> <li>Yanlış duruş, psikolojik stres, yorgunluk</li> <li>Uzun süreli bilgisayar kullanımı</li> <li>Profesyonel olmayan masaj</li> <li>Ev işleri, dikiş nakış, temizlik, perde asma, silme gibi aktiviteler boyun ağrılarını artıran faktörlerdir. Bu yüzden kadınlarda boyun ağrılarının görülme sıklığı daha fazladır.</li> </ul> <h2><strong>Boyun Fıtığı tanısı nasıl konulur?</strong></h2> <p>Boyun fıtığı tanısında hastanın detaylı öyküsü ve fiziksel muayenenin önemi çok büyüktür ve sadece bunlarla tanı koymak bile mümkündür. Ama görüntüleme teknikleri ile de boyun fıtığının varlığını teyit etmek ve seviyesini saptamak gereklidir. Boyun fıtığında kesin tanının koyulabilmesi için ayrıntılı nörolojik muayene, uygun radyolojik incelemeler ve gerekli olan durumlarda uygulanan sinir elektrosu tetkiki (EMG) ve Boyun MR’ı yeterlidir.</p> <p>Yapılan muayene ile sinir tahribatına ait bulgular yoksa hastaya mutlak yatak istirahati, ağrı kesici kullanımı ve fizik tedavi önerilmektedir. Ancak sinir tahribatına ait bulguların mevcudiyetinde ve diğer tedavi yöntemlerinin başarısız kaldığı durumlarda cerrahi uygulanır.</p> <h2><strong>Boyun Fıtığı tedavisi nasıl yapılır?</strong></h2> <p>Boyun fıtığı tedavisi eğer hastalık hafif şiddette ise istirahat, stresten uzak bir yaşam, ağrı kesici ilaçlar ve fizik tedavi ile yapılır. Ancak boyun ve kol ağrıları ilaç ve fizik tedaviye rağmen geçmiyorsa, hastaların kollarında uyuşukluk, kuvvet azlığı varsa hasta ameliyatla tedavi edilmesi gerekebilir. Günümüzde boyun fıtığı ameliyatları daha başarılı bir şekilde yapılabilmektedir. Uykuları kaçırabilen ve yaşam kalitesini düşüren boyun fıtığının, mikrocerrahi yöntemi ile tedavisi mümkündür. Mikrocerrahi yöntemiyle hastada mevcut şikayetler ortadan, kaldırılmaya ve ağrıdan dolayı düşmüş olan yaşam kalitesi de yükseltilmeye çalışılır.</p> <p>Boyun fıtığı ameliyatının amacı; omurilik ve buradan çıkan sinirlerin sıkışıklığını giderirken, birçok anatomik yapıyı ve boyun omurgasının yük taşıyabilme ve hareket edebilme fonksiyonunu korumaktır. Geleneksel cerrahi yöntemler, geniş alanda normal doku tahribatına neden olur. Böylece omurilik ve sinir dokusu rahatlatılmakla beraber, omurganın fonksiyonunun bozulmasına yol açar. Sonuçta hastaya ek olarak kafes, plak, vida gibi materyallerle ameliyat yapılması zorunlu hale gelebilir. Omurganın fıtık seviyesindeki bölümünü hareketsiz hale getiren bu ameliyat tekniğinin; süresinin uzun olması, fazla miktarda kan kaybı ve ameliyat sonrası ağrılı ve uzun iyileşme süreci, yüksek oranda başarısızlık, uzun vadede diğer disklerde fıtıklaşmalara yol açması bu yöntemlerin dezavantajıdır. Diğer yandan hareketli bölümü koruma amacıyla geliştirilen disk protezi de istenilen sonuçlara ulaşılmasını sağlayamamıştır. Uzun dönemde protezlerin hareket kabiliyetini kaybettikleri izlenmektedir.</p> <p>Radyolojik görüntüleme yöntemlerindeki (MR) gelişmeler boyun fıtığına yol açan yumuşak ve kemik dokuların ayrıntılı tespitinde faydalıdır. Mikrocerrahi yönteminde 1,5 cm.lik cilt kesisi yapılır. Doğal doku planları kullanılarak disk mesafesine girilerek omurilik ve sinir dokuları rahatlatılır. Omurganın yük taşıyabilme ve hareket edebilme gücü bozulmadığı için hasta ameliyattan bir gün sonra yürütülür ve taburcu edilir. Hastanın boyunluk kullanmasına gerek kalmaz. Dikiş yoktur ve işlemden 2 gün sonra pansuman çıkarılıp banyo yapılabilir. Ameliyat sonrası hasta oturabilir, yürüyebilir ve merdiven inip çıkabilir. Ameliyattan 2 hafta sonra da egzersiz programı başlatılır. Bu “minimal invaziv cerrahi” yani girişimsel yöntemle boyun fıtığı ameliyatlarında alınan sonuçlar son derece yüz güldürücüdür. Bu ameliyat tekniği hastaların çok korktukları diğer ameliyat tekniklerine oranla; kanamanın olmaması, çok kısa sürede sosyal yaşantıya dönüş imkanı sağlaması ve ameliyat konforu nedeni ile özelikle önerilmektedir.</p> <h2><strong>Boyun fıtığı hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Boyun ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?</strong></p> <p>Boyun fıtığının cerrahi yöntemle iyileşme oranı son yıllarda oldukça yükselmiştir. Hasta medikal tedaviden yarar görmüyor ve felç durumu riski ile karşı karşıyaysa, cerrahi müdahale uygulanmaktadır. Cerrahi müdahale sonrası ise hastanın aynı noktadan tekrar boyun fıtığı olma oranı ise son derece düşüktür. Ameliyatlar artık çok büyük kesilerle yapılmamakta, mikroskobik ve endoskopik yöntemlerle boyunun sağ tarafından girilerek uygulanan, 1-1.5 saatlik ameliyatlar sonrası hasta 10 gün içinde normal yaşantısına geri dönmektedir. </p> <p>Boyu fıtığı ameliyatı olan hastaların 10 gün sonra normal aktivitelere dönebilmeleri bazı noktalara dikkat etmeleri gerekmektedir. Bunlar;</p> <ul> <li>Taburcu olduktan sonraki ilk yedi gün içerisinde, hastanede olduğu gibi yatak istirahatine devam edilmelidir.</li> <li>Günde sadece 6-7 kez (tuvalet ve yemek ihtiyacı için) kalkılmalı, bunun dışında yatılmalıdır. Yataktan kalkma ve yatağa yatma hareketlerinin öğretilen biçimde olmasına dikkat edilmelidir.</li> <li>Yatak ve yatış biçimi: Yatak hastaya uygun ortopedik bin yatak olmalıdır. Sırt üstü ve/veya yan yatılıp, dönülebilir. Ortopedik bir yastık kullanılmalıdır. Yataktan kalkarken öğretildiği şekilde koldan destek alarak önce oturmak sonra ayağa kalkmak esastır.</li> <li>Oturma: İkinci haftadan sonra dik olarak oturulabilir. Alçak, yumuşak koltuk ya da kanepelere gömülerek oturulmamalıdır.</li> <li>Tuvalet: İlk hafta tuvalet ihtiyacı klozete oturularak giderilmelidir.</li> <li>Banyo: Hastaneden taburcu olduktan sonraki 1’inci gün yara hattı su geçirmez şekilde kapatıldığından banyo almakta bir sakınca yoktur. Yara 1’inci haftada doktor gördükten sonra açık bırakıldığı halde hasta banyo yapabilir.</li> <li>Yürüyüş: Taburcu olduktan 1 hafta sonra arttırılarak her gün yapılmalıdır.</li> <li>Ameliyat yeri̇: Ameliyat yerinde karıncalanma uyuşukluk veya sertlik hissi olabilir. Hareketle, öksürmekle dikişlerin açılması söz konusu değildir. Yara yerinden dikiş̧ alınmayacaktır. Yara yerinden herhangi bir akıntı olduğunda kısa sürede doktora başvurulmalıdır.</li> <li>Sigara ve alkol: Sağlığa zararlı olan maddelerin kullanılmaması gerekmektedir. Bunlar fıtık oluşumunda etkili olur. Yara iyileşmesini geciktirme gibi olumsuz bir etkileri de vardır.</li> <li>Cinsel yaşam: Bir hafta süre ile cinsel aktivitenin kısıtlı olmasına dikkat edilmelidir.</li> <li>Otomobil kullanma: Birinci haftadan sonra kısa mesafelerde araba kullanılabilir.</li> <li>Diyet: Kilo almamak hem omurganın hem de genel sağlık için gereklidir. Bu nedenle hastanın durumuna uygun diyet düzeninin hastaneden çıkmadan programlaması gerekirse diyet bölümünden yardım istenmesi gerekmektedir.</li> <li>İlaçlar: Hastaya taburculuğu esnasında verilen ilaçlar 1 hafta süre ile kullanılmalıdır.</li> </ul> <p><strong>Boyun sağlığı için dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?</strong></p> <p>Boyun sağlığının korunması için gün içinde uyulması için gereken kurallar ve egzersizler önemlidir.</p> <ul> <li>Bakılan kişi, cisim ya da objeye cepheden baş-boyun ve gövde aynı düzlem üstünde olacak şekilde dönülmelidir.</li> <li>Uzun süre aynı pozisyonda kalmaktan kaçınılmalıdır. Oturma ve ayakta kalma süresi 45 dakikayı geçmemelidir. Maksimum 45 dakikada bir pozisyon değiştirmek ihmal edilmemelidir.</li> <li>Yüz üstü yatmak yerine yan yatmak tercih edilmelidir. Ortopedik yastık kullanmak önemlidir. Kuş tüyü elyaf gibi maddelerden yapılmış yastıklar boyun sağlığı için uygun değildir.</li> <li>Okuma sırasında boynu öne doğru ileri derecede bükmek boyun sağlığı açısından uygun değildir. Uzun süreli okumada boynu bükerek değil, kitap yüksekliğini uygun bir seviyede ayarlayarak ve göz hareketleri ile okuma yapılmalıdır. Bunun için açılı kitap destekleri kullanmak faydalı olur.</li> <li>Özellikle bilgisayar kullanırken ekran göz hizasında olmalı ve ekrana gövde ile yönlenmiş olarak bakılmalıdır.</li> <li>Boyun rüzgardan, soğuktan, direk boyna vuran klima akımlarından korunmalıdır. Banyo ve yüzme sonrasında ıslak kalmamaya dikkat edilmelidir.</li> </ul> <p><strong>Boyun fıtığına iyi gelen egzersizler nelerdir?</strong></p> <p>Boyun fıtığından korunmak için boyun fıtığına iyi gelen egzersizleri düzenli olarak yapmakta fayda vardır. Özellikle boyun fıtığı risk grubunda iseniz mutlaka düzenli egzersiz hayatınızın bir parçası olmalıdır. Genelde boynu sağa sola bükmeden, boyun adalesini güçlendiren egzersizler, boyun fıtığına yakalanma riskini azalmaktadır. İzometrik denilen elin; alnın ortası, şakak ve enseye konularak itilmesi şeklinde yapılan ve her bir itmede 10’a kadar sayılan egzersizler, boyun kaslarını güçlendirmektedir. Önerilen bu hareketler, günde en az 2 ya da 3 kez yapılarak bir yaşam tarzı haline getirilmelidir. Kişi, gün içinde 5 dakikayı kendine ayırarak boyun fıtığı riskinden korunabilir. Bunun yanında; boyun fıtığına yakalanma riski olanlar, bilinçli ve düzenli olarak yüzerek bu riski azaltabilir. Yüzme boyun yapısının bozulmasını engelleyen önemli bir faktördür. Masa başında çalışan kişiler ise sırt ve bel desteği olan sandalyeler kullanmalıdır. Mümkün olduğu kadar klimalardan uzak durulmalı ve bilgisayarlar göz hizasında olacak şekilde çalışılmalıdır. </p> <p> </p>
Kistik Fibrozis
<p>Kistik fibrozis doğuştan meydana gelen kalıtsal bir hastalık olmakla birlikte, destek tedavilerle yaşam süresinin ve kalitesinin iyileştirildiği bir sorundur. Vücuttaki pek çok organı etkileyen kistik fibrozis, tam donanımlı sağlık kuruluşlarında, alanında uzman hekimlerle multidisipliner olarak yürütülmesi gereken bir sürece işaret etmektedir. Memorial Sağlık Grubu Çocuk Göğüs Hastalıkları Bölümü Uzmanları kistik fibrozis hakkında bilgi verdi.</p> <h2><strong>Kistik fibrozis nedir?</strong></h2> <p>Kistik fibrozis (KF) genetik bir hastalıktır. Bu hastalıkta otozomal resesif denilen bir genetik geçiş vardır; yani hastalık çocuğa sadece anneden ya da babadan geçmez. Anne ve babanın kistik fibrozis taşıyıcısı olması durumunda bebekte ortaya çıkar. Eğer anne ya da babadan sadece birinde mutasyon varsa çocuk kistik fibrozis olmaz. KF’li hastalarda vücuttaki bütün salgılar susuz, koyulaşmış ve yoğun kıvamda olup akışkan özelliği kaybolmuştur. Bu nedenle; akciğer, karaciğer, pankreas, bağırsaklar gibi organların kanallarında salgılar birikerek tıkanmaya, enfeksiyonlara ve hasara neden olmaktadır </p> <h2><strong>Kistik fibrozis belirtileri nelerdir?</strong></h2> <p>Kistik fibrozisli hastalardaki en önemli bulgular solunum sistemi ile ilgilidir. Hastalar yenidoğan döneminden itibaren tekrarlayan ve tedavilere iyi cevap vermeyen öksürük, hırıltı, zatürre ya da astım benzeri bulgular ile başvurabilir. Kistik fibrozis belirtileri genelde kişiden kişiye değişmektedir. Çok tuzlu deri, yetersiz büyüme ya da yetersiz kilo alımı, yağlı ve hacimli dışkılama ya da bağırsak hareketlerinde zorluk, tekrarlayan sinüs enfeksiyonları da kistik fibrozis belirtilerinden olabilmektedir. Genelde kistik fibrozisli çocuklarda bağırsak tıkanıklığı da ortaya çıkabilir. Bu çocuklar solunum yolu enfeksiyonlarını çok ağır geçirir ve sık geçirir. Belirtiler farklı farklı olabilir. Tüm belirtileri şu şekilde sıralamak mümkündür:</p> <p><strong>Solunum sistemine ait belirtiler:</strong> Sürekli balgamlı öksürük, tekrarlayan akciğer enfeksiyonu, burun tıkanıklığı, nefes darlığı</p> <p><strong>Sindirim sistemine ilişkin belirtiler:</strong> Kötü kokulu ve yağlı dışkılama, kilo alımında yetersizlik, büyüme geriliği, karın şişliği, bağırsak tıkanıklığı, iştah kaybı, K vitamini eksikliğine bağlı kanama bozukluğu, tekrarlayan, safra taşı, siroz, diyabet, çeşitli karaciğer hastalıkları, varis kanamaları, pankreas iltihabı da görülebilmektedir. </p> <h2><strong>Kistik fibrozis teşhisi nasıl konulur?</strong></h2> <p>2015 yılından itibaren kistik fibrozis hastalığı ülkemizde yeni doğan tarama programına dahil edilmiştir. Bebekler doğduklarında alınan topuk kanında başta hipotiroidiolmak üzere metabolik bazı hastalıklara ek olarak kistikfibrozis içinde tarama yapılmaktadır. Topuk kanı testinde pozitiflik görülürse yine de endişe etmemek gerekir. Çünkü bu sadece bir tarama testidir ve bu testin pozitif olması çocuğun kistik fibrozis olduğu anlamına gelmez. Bu testte pozitiflik görülürse, 14. Günde bir kez daha kan testi yapılır. İkinci testte de pozitifliğin saptandığı hastalara ter testi ve gerekli durumlarda genetik testler yapılır. Tarama testi negatif olmasına rağmen, kistikfibrozisi düşündürecek klinik bulguları olan çocuklarda, özellikle anne -baba arasında akraba evliliği ve kardeş ölüm öyküsü var ise kistik fibrozis hastalığının tanısına yönelik testlerin yapılması uygun olacaktır. Tanı alan hastalara bazı tedaviler başlanır ve izlem süresince belirli aralıklar ile balgam testlerinin ve akciğer fonksiyon testlerinin yapılması gerekir.</p> <h2><strong>Kistik fibrozis tedavisi nasıl olur?</strong></h2> <p>Kistik fibrozisin tedavisi multidisipliner olmalıdır. Bu nedenle büyük bir sağlık kuruluşundan yardım alınmalıdır. Tedaviler kişiden kişiye değişir. Genellikle bu hastaların en büyük sorunları solunum sisteminden kaynaklanır. Hastaların balgamlarını daha rahat çıkarabilmeleri için nefes yolundan verileni bazı ilaçlarkullanılır ve solunum fizyoterapisi yapılır. Kistik fibrozislihastalarda enfeksiyon tedavisi önemlidir ve öksürük ve balgamın artması gibi durumlarda ağızdan, nefes yolundan ya da damar yolu ile antibiyotik verilebilir. Hastaların % 85 ‘inde pankreatik yetersizlik vardır ve bu hastalarda genellikle yağlı, bol miktarda dışkılama ve büyüme ve gelişme yetersizliği olur. Bu hastaların beslenmelerinin uygun şekilde düzenlenmesi ve besinler ile birlikte enzim desteklerinin verilmesi gerekmektedir.</p> <p>2012 yılından bu yana kistik fibrozis hastalığına yol açan temel proteinin daha iyi çalışmasını sağlamak üzere bazı yeni tedaviler geliştirilmiştir. Ne yazık ki henüz ülkemizde olmayan bu tedaviler farklı genetik yapılara sahip olan hastalara göre değişmekte ve yurt dışında giderek daha fazla hasta için kullanılmaktadır. </p> <h2><strong>Kistik fibrozis hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Kistik fibrozis neden önemli?</strong></p> <p>Kistik fibrozis sık ve şiddetli geçirilen solunum yolu enfeksiyonları bulgusuyla kendisini belli eder ama her hastada da aynı bulgular görünmez. Bu hastalara genelde öncesinde astım, zatürre gibi teşhisler konulur. Dikkatli tanı yapılmazsa tedavi gecikebilir. Bu da hastanın durumunun kötüleşmesine neden olur. </p> <p><strong>Kistik fibrozis hastalığının sıklığı nedir?</strong></p> <p>Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da kistik fibrozis hastalığısıklığı 1/ 2500 civarındadır. Ülkemizde 2015 yılında başlanan kistik fibrozis yeni doğan taraması sonuçlarına göre hastalığın sıklığı 1/ 7000- 9000 olarak belirlenmek ile birlikte bu sıklığın bazı bölgelerde daha yüksek olduğunu gösteren çalışmalar mevcuttur. Komşu coğrafyalardaki ülkelerde sıklığı 1/ 3000- 4000civarındadır. Ülkemizde kayıtlı olarak izlenen hasta sayısı 2000 civarındadır. Ama kistik fibrozis hastalığının çok farklı yaşlarda ve çok farklı bulgular ile ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. Henüz tarama başlamadan önce doğan, ya da taramada yakalanamamış olan hastalar mevcuttur. Bu nedenle başta büyüme gelişme geriliği ve tekraralayan solunum sistemi enfeksiyonları olan hastaların kistik fibrzis açısından değerlendirilmesi gerekir.</p> <p><strong>Kistik fibrozis hayat süresini kısaltan bir hastalık mıdır?</strong></p> <p>Kistik fibrozis, genetik ve hayat süresini kısaltan bir hastalıktır. Hastalığın ilk kez tanımlandığı 1940’ lı yıllarda hastaların birçoğu erken çocukluk yıllarında kaybedilirken uygulanmakta olan tedaviler ile özellikle dünyanın gelişmiş ülkelerinde erişkin hastaların sayısı giderek artmaktadır ve ortalama yaşam süresi 40-50 ‘li yaşlara ulaşmıştır. 2012 yılından bu yana giderek artan sayıda mutasyon için kullanılabilen yeni tedaviler sayesinde önümüzdeki yıllarda yeni gelişmeler ile birlikte kistik fibrozisli hastaların daha iyi yaşam kalitesi ve daha uzun yaşam sürelerine sahip olabileceği düşünülmektedir.</p> <p><strong>Kistik fibrozis kaç yaşında ortaya çıkar?</strong></p> <p>Kistik fibrozis hastalığına ilişkin bulgular yenidoğan döneminden itibaren ortaya çıkabileceği gibi bazı hastalarda bulgular hayatın daha ileri safhalarında ortaya çıkabilir. Özellikle daha hafif bulgular ile seyreden atipik kistik fibrozisli hastalar erişkin dönemde tanı alabilirler.</p> <p><strong>Kistik fibrozis hastaları ne yemeli?</strong></p> <p>Kistik fibrozis hastalarında sindirim sorunları görülebilmektedir. Pankreas salgıları salınamadığı veya kanallardaki tıkanma sebebiyle bu salgılar bağırsaklara akamayabilir. Bu nedenle de protein, yağ, karbonhidrat sindirimi sağlanmayabilmektedir. Bu da cıvık, yağlı, kötü kokulu dışkıya sebep olur. Bu hastaların her beslenme ile pankreatik enzimler kullanması ve yağdan zengin bir diyet ile beslenmeleri gerekir Bu beslenme de hastaların yaşına, kilosuna, beden ölçümüne, hastalığın seyrine göre uzman bir diyetisyen tarafından uzman hekim kontrolünde hazırlanmalıdır. Kistik fibrozisli hastalara yağda eriyen vitaminler, özellikle yaz aylarında tuz desteği verilmesi gereklidir.</p> <p><strong>Kistik fibrozis sonradan olur mu?</strong></p> <p>Hayır, kistik fibrozis genetik bir hastalık olduğundan doğuştan olur, sonradan gelişmez.</p> <p><strong>Kistik fibrozis ter testi nasıl yapılır?</strong></p> <p>Ter testi basit, ağrısız ve kistik fibrozis tanısı için altın standart bir testtir. Çocuğun koluna küçük saat gibi bir cihaz takılır. Bu cihaz aracılığıyla ter toplanır ve terin içindeki tuz miktarı ölçülür. Buna göre tuz miktarı normal değerler üzerindeyse kistik fibrozis tanısı konur.</p> <p><strong>Kistik fibrozis ter testi ne kadar sürer?</strong></p> <p>Genellikle bir saat sürmektedir. Ancak bu süre çocuğun ter miktarına göre değişebilir.</p> <p><strong>Ter testi nerede yapılır?</strong></p> <p>Kistik fibrozis için ter testi hemen hemen tüm büyük sağlık kuruluşlarında yapılabilmektedir.</p> <p><strong>Kistik fibrozis yenidoğan belirtileri nelerdir?</strong></p> <p>Bazı yenidoğanlarda uzamış sarılık görülmektedir. Bağırsak tıkanıklığı, öpülünce tuzlu bir tat alınması belirtiler arasında olabilir. Süt çocukluğun devresinde de büyüme geriliği, pis kokulu dışkı, solunum yolu enfeksiyonları olabilir. Kistik fibrozisli hastaların yaklaşık yüzde 10’unda doğum sırasında dışkılama gecikir veya dışkılama olmaz (Mekonyum ileusu ). </p> <p><strong>Kistik fibrozis bulaşıcı mıdır?</strong></p> <p>Kistik fibrozis bulaşıcı bir hastalık değildir.</p> <p><strong>Kistik fibrozisli bebekler aşı olabilir mi?</strong></p> <p>Her sağlıklı bebek ve çocuk gibi kistik fibrozisli bebekler de aşılarını tam ve eksiksiz olmalıdır. Altı aydan büyük olanlara her yıl grip aşısı önerilir. Eğer organ nakli düşünülen bir kistik fibrozis hastası varsa eksik aşılar mutlaka tamamlanmalıdır.</p> <p><strong>Kistik fibrozisli bebekler anne sütü alabilir mi?</strong></p> <p>Anne sütü çocuğa verilmesi gereken en önemli besindir. Çocuğun ilk 4-6 ayında yeterlidir. Ama en az 12 ay anne sütü alınmalıdır. Bazı durumlarda anne sütü yetersiz olabilir. Bu durumda uzman hekimin önereceği tamamlayıcı mamalar, devam sütleri önerilir. Pankreatik yetersizlik olan bebeklerde anne sütü alınırken de enzim tedavisi verilmelidir.</p>
Teknolojiler
CAD EYE Yapay Zeka Teknolojisi
<p>Kalın bağırsak ya da bir diğer adı ile kolon kanseri dünyada ve ülkemizde sık görülen kanser türleri arasında yer alıyor. Kolorektal kanserlerin ortaya çıkmasında; genetik faktörler, yanlış beslenme alışkanlıkları, obezite, sigara ve alkol kullanımı nedeniyle giderek yaygınlaşan bağırsak poliplerinin tanı ve tedavisinde geç kalınması önemli rol oynuyor. Bağırsak poliplerinin erken dönemde <a href="http://www.taviloglu.com/endoskopi/kolonoskopi.html">kolonoskopi</a> ile tespit edilmesi, tanısının konulması ve takip edilmesi, bu oluşumların ciddi hastalıklara dönüşüp hayati tehlikeye yol açmaması açısından büyük önem taşıyor. Endoskopik uygulamalarda CAD EYE yapay zeka teknolojisi, kalın bağırsak poliplerinin hata payı olmadan belirlenmesini sağlayarak, hastalığın tanı ve tedavisinde yer tutuyor.</p> <h2><strong>CAD EYE teknolojisi nedir?</strong></h2> <p>Bağırsak kanalının iç yüzeyinden yükselen anormal büyümeler olarak tanımlanan ve çoğunlukla iyi huylu olan kalın bağırsak polipleri, ihmal edildiği takdirde ilerleyip büyüyerek kalın bağırsak kanserine dönüşebilmektedir. 50 yaşın üzerindeki kişilerin yaklaşık üçte birinde görülen kolon poliplerinin bir kısmı kalın bağırsak kanserine ilerlemektedir. Bağırsak poliplerini saptamadaki en güvenilir yöntem de kolonoskopik incelemelerdir. Bağırsak polipleri, modern çağın en gelişmiş kolonoskopi teknolojisi CAD EYE yapay zeka ile pratik bir şekilde tespit edilebilmekte, böylelikle kalın bağırsak kanseri gibi hayati sonuçları olabilecek ciddi bir hastalığın önüne geçilmektedir. </p> <h2><strong>CAD EYE yapay zeka teknolojisi hangi hastalıkların tedavisinde kullanılmaktadır?</strong></h2> <p>CAD EYE yapay zeka teknolojisi ile kalın bağırsak kanserine neden olabilecek poliplerin belirlenip çıkarılması, böylelikle kanserin oluşmadan önlenmesi sağlanmaktadır.</p> <h2><strong>CAD EYE yapay zeka teknolojisi avantajları nelerdir?</strong></h2> <p>CAD EYE yapay zeka teknolojisi, kalın bağırsak poliplerinin kansere dönüşmeden erken aşamada tespit edilmesini sağlayan bir sistemdir. Kolonoskopi cihazına eklenen özel bir işlemci sayesinde, detaylı ek bilgiler sağlar ve kolon poliplerinin tespit edilme oranını mükemmel seviye getirir. </p> <h2><strong>CAD EYE yapay zeka teknolojisi nasıl uygulanıyor?</strong></h2> <p>Süreç açısından normal kolonoskopiden bir farkı yoktur. İşlem öncesi hasta doktorunun talimatları ile bağırsak temizliğini gerçekleştirmektedir. İşlem gününden bir gece önce yemek ve su alımı durdurulur. Uygulama, anestezi uzmanları tarafından hasta uyutularak gerçekleştirilir. Hastaya sedasyon uygulandıktan sonra kalın bağırsak, ucunda kamera bulunan bir aletle incelenir. Kalın bağırsakta polip saptanması durumunda polipin büyüklüğü, polipin sınıflandırması ve yerleşim yerine göre tedavi seçenekleri planlanır. Poliplerin önemli bir çoğunluğu kolonoskopi sırasında çıkartılır. Ancak büyük boyutta olan bazı endoskopik özelliklere göre tümör olacağı düşünülen poliplerde ileri endoskopik işlemler (ESD, EMR, EFTR) gerekebilir. Kolonoskopi işleminin deneyimli kişiler tarafından yapılması, bu poliplerin tanınması ve özelliklerinin belirlenmesi tedavi kararı açısından önemlidir. </p> <p>Bazı kalın bağırsak poliplerinin kolonoskopi sırasında tanınması ve görülmesi zor olabilmektedir. Bu nedenle küçük poliplerin atlanmaması ve taranması için yüksek çözünürlüklü endoskoplar kullanılmakta, tarama için yeterli zaman ayrılmakta ve bazı özel endoskopik görüntüleme metodları uygulanmaktadır.</p> <p>Tüm bunlara ek olarak yapay zeka teknolojisi, kalın bağırsak polipleri ve tümörlerin saptanmasında önemli avantajlar sunmaktadır. CAD EYE yapay zeka, kolonoskopi sırasındaki görüntüleri hem doktorun ekranına yansıtmakta hem de kendi yapay zeka işlemcisine göndermektedir. Bu sayede kolon poliplerinin saptanma oranını mükemmel seviyelere çıkarmaktadır. </p> <p><strong>SIK SORULAN SORULAR</strong></p> <p><strong>Uygulama ne kadar sürer?</strong></p> <p>Kolonoskopik incelemeler çoğunlukla 15-20 dakika sürmektedir. Ancak polip saptanması durumunda, polipin çıkartılması nedeniyle ya da daha önce karın ameliyatı geçirmiş hastalarda işlem süresi artabilir. </p> <p><strong>Hastanede yatış gerekir mi?</strong></p> <p>Kolonoskopi işlemi günübirlik bir uygulamadır. İşlemden sonra hasta sedasyonun etkisinin geçmesi beklendikten sonra taburcu edilebilir. Mümkünse işlem günü yanında bir refakatçi ile gelmesi önemlidir. O gün araba kullanması ve ağrı bir iş yapması önerilmemektedir. </p> <p><strong>İşlem sonrası beslenme düzeninde nelere dikkat edilmelidir?</strong></p> <p>Hastalar işlem sonrasında ilk öğünlerinde sıvı ve yumuşak gıdalarla beslenebilir. Bu dönemde ağır, yağlı ve baharatlı yiyecekler tercih edilmemektedir. </p> <p><strong>Bağırsak polipleri için risk faktörleri nelerdir?</strong></p> <p>Yaş, aile öyküsü, sigara ve alkol kullanımı, yanlış beslenme alışkanlıkları, obezite, ülseratif kolit ve Crohn gibi bir iltihabi bağırsak hastalıkları risk faktörleri arasındadır. </p> <p><strong>Kalın bağırsakta polip olduğu anlaşılabilir mi?</strong></p> <p>Bağırsak polipleri genellikle sessizce ilerleyip, hiçbir bulguya neden olmayacağı gibi karın ağrısı, ishal, kabızlık, karında şişlik, dışkıda kan görülmesi, dışkı şeklinin değişmesi, bağırsak alışkanlıklarının değişmesi, kansızlık, demir eksikliği gibi belirtilerle de ortaya çıkabilmektedir. </p> <p><strong>Kalın bağırsakta görülen polipler mutlaka alınmalı mı?</strong></p> <p>Anormal doku büyümesi olarak tanımlanan polipler, ilerleyen dönemlerde kansere dönüşebileceği için, tespit edildiğinde mutlaka alınmalıdır. Polip varlığını düşündüren durumlarda da mutlaka işlem yapılmalı, polip saptama oranını artırmak için de yüksek çözünürlüklü endoskopik cihazlar ve yapay zeka kullanılmalıdır. </p> <p><strong>CAD EYE teknolojisi mide kanseri için de kullanılabilir mi?</strong></p> <p>Bu uygulamanın önümüzdeki dönemlerde mide hastalıkları için de kullanılması ve erken dönem kanserleri tespit etmesi planlanmaktadır.</p>
Endoskopik Ultrasonografi (Endosonografi-EUS)
<p>Sindirim sistemine ilişkin hastalıkların teşhisinde en büyük yardımcı endoskopik yöntemler olsa da, bazı durumlarda gizlenen kitle ve lezyonlar belirlenemeyebiliyor. Fakat endoskopi ve ultrasonografının tek bir cihazda birleştirilmesiyle; sindirim sisteminin hastalıkları görüntülenebiliyor. Bu görüntüleme sayesinde gerekirse işlem esnasında biyopsi alınarak, patolojik incelemeye bile gönderilebiliyor.</p> <h2><strong>EUS nedir?</strong></h2> <p>Endoskopi sindirim sistemini incelemeye yarayan esnek bir alettir. Ultrasonografi ise yüksek frekanslı ses dalgaları ile karaciğer, safra kesesi, pankreas gibi organlardan görüntüler elde edilmesini sağlayan bir cihazdır. Endosonografi ise endoskopi ile ultrasonografiyi birleştiren, sindirim sisteminin alt tabakalarını ve çevre dokuları da incelemeye imkan tanıyan ileri teknoloji ürünü bir cihazdır.</p> <p><strong>Endoskopik ultrasonografinin</strong>; yemek borusu kanseri, mide kanseri, <a href="http://www.taviloglu.com/bagirsak-hastaliklari/rektum-kanseri.html" target="_blank">rektum kanseri</a>, safra yolu kanseri, pankreas kanseri tanısı, biyopsi alınması, kanserin erken evrede saptanması, ameliyat sonrası takipte nüks bulgularının araştırılması, ameliyat öncesinde ışın tedavisi yani radyoterapi verildiyse tümör çapındaki gerilemenin araştırılması, rektum etrafındaki komşu organlarda (prostat, mesane, vajina) lenf bezlerinde ve damarlarda kanser tutulumunun incelenmesi ve tümörün derecesinin (T1, T2, T3, T4) belirlenmesinde önemli oranda etkili olduğu bilinmektedir.</p> <h2><strong>Endosonografi (EUS) hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <ul> <li>Yemek borusu kanseri, mide kanseri, <a href="http://www.taviloglu.com/bagirsak-hastaliklari/rektum-kanseri.html" target="_blank">rektum kanseri</a>, safra yolu kanseri, pankreas kanseri tanısı, biyopsi alınması, kanserin erken evrede saptanması, ameliyat sonrası takipte nüks bulgularının araştırılması, rektum etrafındaki komşu organlarda (prostat, mesane, vajina) lenf bezlerinde ve damarlarda kanser tutulumunun incelenmesi ve tümörün derecesinin (T1, T2, T3, T4) belirlenmesi</li> <li>Sindirim sistemi kaynaklı yumuşak doku tümörleri, submukozal lezyonlar: Yemek borusu, mide, rektum gibi organların duvarlarından kaynaklanan tümörlerin saptanması gastrointestinal stromal tümör (GİST), leiomyoma, vb. tümörlerin tespiti</li> <li>Karın içi lenf bezlerinden biyopsi alınması</li> <li>Anal fistül: Tanısı ve sınıflandırılması, fistülün makat kasları (anal sfinkter) ile ilişkisinin anlaşılması</li> <li><a href="http://www.taviloglu.com/bagirsak-hastaliklari/bagirsak-inkontinensi-gaz-ve-diski-kacirma.html" target="_blank">Gaz ve dışkı kaçırma:</a> Anal kanal kaslarının kalınlığını ve durumunu değerlendirilmesi</li> <li>Pankreatit: Akut pankreatit olgularında, pankreas etrafındaki ‘’psödokist’’ adı verilen yalancı kist sıvısının ve nekrozlu dokuların (nekrotizan pankreatit durumunda) tespiti ve boşaltılması, kronik pankreatit durumunda pankreas organı ve kanalının değerlendirilmesi</li> <li>Pankreas kanserlerinde EUS ile ağrı tedavisi</li> <li>Karaciğerdeki kitlelerden biyopsi alınması</li> <li>Kanser nedeniyle tıkanan safra yollarının EUS eşliğinde mideye ya da ince bağırsağa boşaltılması veya stent takılması</li> </ul> <h2><strong>Endoskopik ultrasonografi avantajları nelerdir?</strong></h2> <ul> <li>Endoskopik ultrasonografinin (EUS) başlıca üstünlüğü yemek borusu kanseri, mide kanseri, rektum kanseri, pankreas kanseri ve makat kanseri gibi durumlarda hem kanserin derine doğru yayılımı ve hem de etraftaki lenf bezi, damar ve organlardaki tutulumu hakkında fikir vermekte ve bu bölgelerden biyopsi alma olanağı tanımaktadır.</li> <li>Endoskopik ultrasonografi (EUS) veya endosonografi, lenf düğümlerinden biyopsi örneği almada ve damarların içindeki kan akımını göstermede standart ultrasonografiye göre daha üstündür.</li> <li>Endoskopik ultrasonografi (EUS) veya endosonografi endoskopi ile yapıldığından organların iç kısmına girilir ve böylelikle görüntüler çok daha yakından ve detaylı bir şekilde alınır.</li> <li>EUS ile sindirim siteminden ve sindirim sistemine komşu organlardan kaynaklanan tümörlerden doku örneği alınabilir, kist vb. oluşumlar boşaltılabilir.</li> <li>EUS sindirim sistemindeki duvar katmanlarını ayrıntılı olarak gösterdiğinden sindirim sisteminde veya sindirim sistemine komşu organlarda oluşan tümörlerinin evrelenmesinde (tümörün büyüklüğü ve derinliği, lenf bezi ve komşu organ metastazı vb.) ve sindirim sisteminde epitel altında yerleşim gösteren lezyonların incelenmesinde kullanılır. </li> </ul> <h2><strong>EUS nasıl yapılır? </strong></h2> <p>EUS işlemi klasik endoskopiden farklı değildir. EUS hem üst (yemek borusu, mide ve onikiparmak bağırsağı) hem de alt sindirim sisteminde (kalın bağırsak) uygulanabilir. EUS de işlem öncesi hazırlık, işlem sonrasında dikkat edilecek hususlar ve işleme bağlı olası yan etkiler klasik endoskopide olduğundan farklı değildir. EUS normal endoskopiden daha uzun sürebilir. Ortalama 30 dakika süren işlem sırasında hastaya uyku verici ve ağrı kesici ilaçlar verilir. İşlem son derece konforlu bir şekilde gerçekleştirilir. EUS işlemi için hastaneye ayaktan gelen hastalar genellikle işlem sonrasında birkaç saat izlendikten sonra evlerine gönderilirler ve ertesi gün normal günlük yaşamlarına dönebilirler.</p> <h2><strong>Endoskopik ultrasonografi hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <ul> <li><strong>İşlem öncesi nelere dikkat edilmelidir?</strong></li> </ul> <p>Hasta konforlu bir şekilde İşlem öncesinde aspirin, kalp, yüksek tansiyon ve diyabet ilaçları gibi düzenli olarak kullanılan ilaçlardan ve mevcut hastalıklardan doktorun mutlaka haberdar edilmesi gerekir. İlaçlardan basılarının işlem öncesi kesilmesi gerekebilir.</p> <ul> <li><strong>İşlem sonraki süreç nasıldır?</strong></li> </ul> <p>EUS işlemi sonrası önerilen süre içinde hastanın hafif ve sulu yemekler yemesi önerilmektedir. Hasta 1-2 gün boyunca yanma ve batma oluşabilmekte, bu nedenle tuzlu su ile gargara yapılması önerilebilmektedir. İşlem sonrası şiddetli kusma, bulantı ve yüksek ateş gibi sorunlar ile karşılaşılırsa doktora başvurulması önerilmektedir.</p>
Kardiyak MR
<p>Kardiyak MR, girişimsel işleme gerek duyulmadan kalp hastalıklarının tipi ve özellikleri konusunda detaylı bilgi vererek hastalığa hızlı teşhis konulmasını ve doğru tedavi planlaması yapılmasını sağlayan oldukça etkin bir tanı yöntemidir. Yüksek kalite görüntü sağlarken radyasyon maruziyetine yol açmaması ile de tercih edilen güvenli yöntemler arasında yer almaktadır.</p> <h2><strong>Kardiyak MR </strong><strong>nedir? </strong></h2> <p>Kardiyak MR, radyo dalgaları, manyetik alan ve bilgisayar kullanılarak kalbin detaylı görüntülerinin alınmasını sağlayan ileri düzey bir kardiyovasküler görüntüleme metodudur.</p> <h2><strong>Kardiyak MR</strong><strong> hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>En sık kullanıldığı alanlardan biri kalp yetersizliğidir. Kalp yetersizliği derecesi, odacık ve kapaklarda yarattığı değişiklikler, kalp yetersizliğinin geri dönüşümlü olup olmaması konusunda ileri düzey bilgi sağlamaktadır. Bunun dışında yukarıda da belirtildiği gibi perikard (kalp zarı), doğumsal kalp hastalıkları, kapak hastalıkları, aort hastalıkları; koroner arter hastalığında kalp kasının etkilenme derecesi ve oksijenlenme bozukluğu olup olmadığı kardiyak MR’ın rahatlıkla yol göstereceği alanlardır.</p> <p>Kardiyak MR ayrıca çarpıntı, bayılma, baş dönmesi, ritim bozukluğu olan hastalarda, buna neden olabilecek bir odak veya anatomik, hemodinamik sebep olup olmadığının araştırılmasında da kullanılmaktadır. Doğuştan kalp hastalıklarının ve aort hastalıklarında ekokardiyografi ile görüntü kalitesi kötü olan ve tanı konamayan hastalarda radyasyon vermeden, acısız ağrısız şekilde tanı konulmasını sağlar ve takip ve tedavisi sürecinde yardımcı olur.</p> <h2><strong>Kardiyak MR</strong><strong> nasıl yapılır?/ Nasıl uygulanır? Kişiyi nasıl bir süreç bekler?</strong></h2> <p>Hastalardan öncelikle tıbbi hikayesi detaylı olarak alınıp; hastanın böbrek fonksiyonları, alerjik durumları, kalp pili, vücudunda herhangi bir metal olup olmadığı ve gebelik durumu konusunda ayrıntılı bilgi alınmaktadır. Çekim ve görüntü kalitesi tetkikin doğru bir şekilde yorumu için oldukça önemli olduğundan, çekim; işlemin oldukça titiz çalışılması gereken, ekstra özen isteyen bir kısmıdır. Hastaya öncelikle kontrast maddesinin ve diğer gerekebilecek ilaçların verilebilmesi için damar yolu açılır. Damar yolu açıldıktan sonra hasta konforlu ve geniş olan kardiyak MR makinesine alınır. Kardiyak MR, ortasında hasta yatağının girdiği bir tünel olan mıknatıs özelliğine sahip bir cihazdır. Hastanın göğsüne kalp atım hızını kaydeden elektrotlar yapıştırılmaktadır. Dışarıdan hastaya ses komutları ile nefes alıp vermesi söylenir. Her bir nefes tutma süresi genellikle 10 veya 20 saniye kadar sürebilmektedir. Bu süreç içerisinde hastanın nefes alıp verme komutlarına uyması ve hiç hareket etmemesi, görüntü kalitesi açısından oldukça önemlidir. Hasta ile öncesinde denemeler yapıp, bu kısmı doğru yaptığından emin olunur. Çekim yaklaşık 50-60 dakika sürmektedir ve herhangi bir ağrı, acı söz konusu değildir. Sonrasında da görüntüler detaylı olarak analiz edilerek hastalara raporları hızlıca teslim edilmektedir.</p> <h2><strong>Kardiyak MR hakkında sıkça sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Kardiyak MR</strong><strong> hangi hastalara uygulanmamalıdır?</strong></p> <p>Çekim, ciddi klostrofobisi yani kapalı alan korkusu olan ve cihaza girmeyi kabul etmeyen hastalara uygulanmamaktadır. Bunun yanında böbrek yetersizliği olan hastaların kan tahlillerinde üre, kreatinin değerleri belli bir düzeyin üstünde ise bu hastaların öncesinde hekimleri tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Genel MR kuralları kardiyak MR’da da geçerlidir. Eğer hastanın vücudunun herhangi bir yerinde metal protezi ya da MR ile uyumsuz bir pili varsa yapılması önerilmez. Eğer varsa kalp pillerinin ya da metal kapağın MR çekimlerine uyumlu olması gerekir. İşleme karar vermeden önce hastaya protez kapağı, pili ya da vücudunda başka herhangi bir bölgede metal protez olup olmadığı mutlaka sorulmalıdır. Ayrıca piercing gibi metallerin de çıkarılması gerekmektedir.</p> <p><strong>Kardiyak MR’da</strong><strong> hazırlık süreci var mıdır?</strong></p> <p>Özel bir hazırlık süreci olmamakla birlikte sadece kardiyak MR işleminde göğse takılan ve kalp ritmini kaydeden elektrotlar nedeniyle hastanın varsa göğsündeki kılları gelmeden önce tıraş etmesi, incelemenin başarısı açısından önem taşımaktadır. Bunun yanında işlem öncesi ilaçlar kullanılırken alerjik bir durum olursa hastanın bulantı-kusması ve aspire etme riskini minimuma indirmek için 4-5 saatlik açlık gerekmektedir. Ayrıca aksi söylenmedikçe kullanılan ilaçlar incelemenin yapılacağı güne kadar kullanılmaya devam edilebilir. Kalple ilgili daha önceden yapılmış tüm inceleme sonuçları ve raporları da işleme gelmeden önce getirmek hastanın daha bütüncül incelenmesi açısından fayda sağlayacaktır.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR</strong><strong>’dan sonra dikkat edilmesi gerekenler nelerdir?</strong></p> <p>İşlemden sonra dikkat edilmesi gereken herhangi bir durum yoktur. Hasta işlemin ardından hemen günlük hayata devam edilir.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’ın</strong><strong> avantajları nelerdir?</strong></p> <ul> <li>Diğer kardiyak görüntüleme metotları olan ekokardiyografi ve kalp tomografisinden farklı olarak, doku düzeyinde detaylı bilgi vermesi bu yöntemi ayrıcalıklı kılan en önemli özelliğidir. Kalp kasının dokusu konusunda bu şekilde değerlendirme yapabilen başka bir tanı yöntemi mevcut değildir. Örneğin, kalp yetersizliği olan bir hastaya ekokardiyografi yapıldığında sadece kalp yetersizliğinin varlığı ve derecesi tespit edilmektedir. Ancak kardiyak MR çekildiğinde kalp yetersizliğinin sebebinin ne olduğu konusunda da oldukça önemli bilgiler elde edilmektedir. Kalp yetersizliğine; koroner arter hastalığının mı, doğuştan gelen genetik bir kalp yetersizliği çeşidinin mi, yoksa kalpte enfeksiyona bağlı iltihabi bir sürecin mi sebep olduğu sorusunu en iyi cevaplayabilecek kardiyak görüntüleme metodu kardiyak MR’dır. Bu sayede hastaların tanı ve tedavi süreci hızlanarak, hastalığın seyrine büyük bir katkı sağlanmaktadır.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Bütün bunları sağlarken, hastaların radyasyon maruziyetine sebep olmaması ise bu tekniğin oldukça önemli bir özelliğidir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Hastaların tanı ve tedavisinin yanında, tedavi sürecine başlandıktan sonra hastaların takibi de önemlidir. Örneğin bir hastanın bypass ameliyatı öncesi kardiyak MR ile değerlendirmesi yapıldığında ameliyat sonrası iyileşebilecek doku miktarı öngörülebilmektedir. Takipte detaylı ölçümler yapabilmek ve doku bazında değerlendirme yapabilmek için kardiyak MR kullanılabilir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Kemoterapi hastalarında bazı ilaçlar kalbin dokusunda toksik etki yapabilmektedir. Özellikle ekokardiyografik görüntü kalitesi iyi olmayan hasta gruplarında, kalp fonksiyonları detaylı olarak MR ile takip edilebilmektedir. Ayrıca radyasyon da olmadığı için kanser hastaları için de ayrıca büyük bir önem teşkil etmektedir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Kalp kası iltihabı(miyokardit) tedavisi sonrası veya kalp krizi sonrası kalıcı bir hasar kalıp kalmadığı da kardiyak MR ile araştırılabilmektedir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Bazı romatolojik hastalıklara bağlı olarak kalp kası da etkilenebilmektedir. Kalpte tutulum varsa, kalp yetersizliğinin bu hastalıklara bağlı olduğu düşünülüyorsa tedavi tamamen değişebilmektedir. Bu nedenle, romatolojik hastalıklarda kalpte tutulum olup olmadığı konusunda da kardiyak MR oldukça yol göstericidir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Kardiyak MR’ın görüntü kalitesi ekokardiyografiye göre çok daha üstündür. Kalbin volümü, kasılma gücü ve tüm anatomisi ile ilgili detaylı analiz yapılabilir. Özellikle sağ karıncığın farklı, zor, huni şeklinde bir anatomisi vardır ve sağ karıncığın detaylı değerlendirmesi ekokardiyografiyle zor olurken, kardiyak MR ile detaylı olarak hem hacim hem fonksiyon değerlendirmesi kolayca yapılabilmektedir. Kardiyak MR aritmojenik sağ ventrikül displazisi (ARVD) denilen ve hayatı tehdit yaratabilen ritim bozuklukları ile gidebilen kalp hastalığında kılavuzlarda geçen tanı kriterlerinden biridir.</li> </ul> <p> </p> <ul> <li>Hipertrofik kardiyomiyopati gibi kalp kasının kalınlaşması ile giden ve genetik kökenli bazı hastalıklarda, kalp kasındaki bağ doku değişimi olası ritim bozukluğu ile ilgili ileri düzey bilgi verdiğinden, bu hastalarda yapılması mutlaka gerekmektedir. Ayrıca bu hastalık, ‘otozomal dominant’ dediğimiz genetik geçiş şekline sahip olduğundan, aile bireylerinin ekokardiyografi ile değerlendirmesi yapıldığında arada kalınan durumlar ya da erken evre hastalık şüphesi var ise, detaylı değerlendirme ve yine doku bazında değerlendirme için aile bireylerine kardiyak MR ile kontrol yapılması düşünülebilir.</li> <li>Kalp içi kitle değerlendirmesinde, kitlenin ne çeşit bir kitle olduğu, yayılımı hakkında detaylı bilgi sağlamaktadır.</li> <li>Konjenital(doğumsal) kalp hastalıklarında hem anatomi, hem hacim, hem de hemodinamik açıdan ileri düzey bilgi sağladığından, oldukça sık kullanılmaktadır. Hastaların ameliyat şekline karar verme ve sonrasındaki rutin takiplerinde yine radyasyonsuz olması, hemodinamik değerlendirme olanağı olması ve detaylı görüntüler alınabilmesi açısından tercih edilen bir tanı yöntemidir.</li> </ul> <p> </p> <p> </p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’ın s</strong><strong>üresi ne kadar?</strong></p> <p>Yaklaşık 50-60 dakika sürmektedir.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’ın b</strong><strong>öbreklere zararı var mı?</strong></p> <p>Eğer hastanın böbrek fonksiyonları bozuksa öncesinde hidrasyon(damardan serum verilmesi işlemi) yapılır ya da buna yönelik bazı önlemler alınır. Eğer çok ciddi bir böbrek sorunu varsa süreç nefrolojiyle birlikte yürütülmektedir. Böbrek sorunları olanların kardiyak MR öncesi mutlaka hekime bunu bildirmesi gerekir. Kardiyak MR öncesi rutin olarak kreatinin değerine zaten bakılır. Eğer hastanın yakın zamanda kreatinin değeri varsa yeniden istenmez. Ancak yakın zamanda yoksa yeniden kanda kreatinine bakılmaktadır.</p> <p> </p> <p><strong>Herhangi bir yan etkisi var mı?</strong></p> <p>Yukarıda da bahsedildiği gibi, işlem sırasında verilecek kontrast maddeye alerji ihtimali ve bazı böbrek hastalarında dikkat edilmezse ve önlem alınmazsa böbrek hastalığın ilerlemesi dışında, kardiyak MR’ın hiçbir yan etkisi bulunmamaktadır.</p> <p> </p> <p><strong>Rutin olarak check up programında çektirilir mi?</strong></p> <p>Eğer hastada herhangi bir endikasyon yoksa rutin olarak çektirmeye gerek yoktur. Ancak hastanın kalp yetersizliği, kapak hastalığı, doğumsal kalp hastalığı, aort genişlemesi gibi takip gerektiren bir hastalığı varsa, bu hastaların kardiyak MR ile takibi ve değerlendirilmesi önerilebilir. Özellikle aort genişlemesi olan ve bazı yıllık/2 yılda bir yakın takip gereken hastalarda, takibin bilgisayarlı tomografi yerine kardiyak MR ile yapılması radyasyon maruziyetini ortadan kaldıracaktır.</p> <p> </p> <p><strong>Kardiyak MR’da k</strong><strong>ontrast madde veriliyor mu?</strong></p> <p>Kardiyak MR’da kontrast madde<strong> </strong>verilmektedir. Kardiyak MR’da geç ya da erken gadolinyum tutulumu adı verilen durumlar vardır. Erken tutulumda kalbin içinde herhangi bir pıhtı ya da mikrovasküler obstrüksiyon adı verilen sorun olup olmadığına bakılır. Geç gadolinyum fazında ise kalbin miyokard adı verilen kas dokusu içerisinde bir bağ dokusu değişikliği olup olmadığını görmek için kontrast verilmesi şarttır. Kontrast madde verilmezse kalp kasındaki bağ doku değişimi, ölü kalp hücrelerinin lokalizasyonunu ya da miktarının görülmesi mümkün olmamaktadır.</p>
PET/CT
<p>Kanserli dokuların belirlenmesi, tedavi planlaması ve sürecin değerlendirilmesi için kanserle savaşta başarıyı artıran bir yöntem olan PET/ CT, pek çok hastanın sağlıklı bir yaşama kavuşması en önemli teknolojilerden biri olarak kabul ediliyor. </p> <h2><strong>PET/CT nedir?</strong></h2> <p>Pozitron emisyon tomografisi (PET-CT) teknolojisi, bilgisayarlı tomografi (CT) ile birleştirilerek, birçok hastalığın teşhisine olanak sağlayan önemli teknoloji tıbbi görüntüleme yöntemidir. PET/CT çok büyük bir oranda kanserin tanı ve evrelemesinde kullanılmaktadır. Bunun yanında nedeni bilinmeyen ateş gibi “tanı konulamayan hastalıkların” teşhisi, enfeksiyon odaklarının bulunması, kalp hastalarında canlı dokunun tespiti ile Alzheimer ve demansın ayrımında da etkinliğinden yararlanılmaktadır. Özellikle kanserin ilk teşhisi, evrelenmesi, yaygınlığının belirlenmesi ve doğru bir tedavi planı çıkarılması için tüm aşamalar PET/CT cihazı ile gerçekleştirilmektedir. PET/CT ile kanser tedavisinin yol haritası çıkarılarak hastalıkla mücadeleye önemli katkı sağlamaktadır.</p> <p>Memorial Şişli Hastanesi, Memorial Bahçelievler Hastanesi, Memorial Ankara Hastanesi, Memorial Diyarbakır Hastanesi ve Memorial Sağlık Grubu Medstar Antalya Hastanesi'nde bulunmaktadır.</p> <h2><strong>PET/CT uygulama alanları nelerdir?</strong></h2> <p>Kanser tedavisine yön veren PET/CT, tanı ve tedavinin şu aşamalarında kullanılmaktadır;</p> <ul> <li>Kanser şüphesi olan dokunun metabolizmasını belirler. </li> <li>Çeşitli görüntüleme yöntemleri ile tespit edilmiş kitlelerin kanser metabolizması gösterip göstermediğini ortaya çıkarır. Kitlede PET/CT pozitif ise bu kitle fazla miktarda glikoz tüketiyordur ve kanser olma ihtimali fazladır.</li> <li>Kanser kuşkusu olan dokunun doğru ve hastaya en az rahatsızlık verecek bölgeden biyopsi alınmasında konusunda yönlendiricidir. Kanserli doku kontrolsüz çoğalma nedeniyle kendi yapısında da hasar oluşturabilir. Hasarlı alandan alınacak doku parçalarından teşhis için yeterli hücre elde edilemeyebilir, PET/CT canlı hücrelerin yoğunlaştığı alanları gösterir ve biyopsiye rehber olur</li> <li>Tanıya en hızlı yoldan ulaşmada yol göstericidir.</li> </ul> <h2><strong>PET/CT fark yaratan özellikleri nelerdir?</strong></h2> <ul> <li><strong>Kanser yaygınlığının değerlendirilmesi: </strong>PET/CT teknolojisi, kanser tanısı konulduktan sonra ilk aşamada hastalık yaygınlığını değerlendirme (evrelendirme) amacıyla birçok kanser türünde başarı ile kullanılmaktadır. Vücuda yayılmış (metastaz) hastalığı olanlarda bölgesel tedavilerin yapılması konusunda yönlendirici olmaktadır.</li> <li><strong>Tedavi yaklaşımının belirlenmesi: </strong>Bu tetkik sonrasında ortalama olarak üç hastadan birinde tedavi yaklaşımı değişmektedir. Bazen ağır bir cerrahi uygulama yerine ilaç tedavisi yapılabilmekte ve operasyona gerek kalmayabilmektedir. Bazı durumlarda ise PET/CT uzak yayılımları olduğu düşünülen hastada yayılım olmadığını göstererek ilaç tedavi kararı yerine ameliyatla kanserli dokunun çıkarılması kararına olanak sağlamaktadır.</li> <li><strong>Kanser ilacının yararının erken saptanması:</strong> Kanser ilaçları yan etkileri önemsenmesi gereken ilaçlardır. Uygun ilacın kullanılması hem yan etkileri önlemekte hem de kanserli dokuya doğru ilaç ve erken müdahaleyle hastalığın engellenmesi sağlayabilmektedir. Tedavinin 1 veya 2. kürü sonrasında PET/CT ile yapılacak değerlendirme ilacın ne kadar yararlı olabileceği konusunda erken dönemde bilgi vermektedir. Böylece ilaç erkenden değiştirilerek yeni bir ilaç tedavisine başlanabilmektedir.</li> <li><strong>Tedavi yanıtının belirlenmesi:</strong> PET/CT ile kanser ilacına yanıt hem yapısal değişimler hem de hücresel aktivite şiddeti sayısal olarak ölçülerek değerlendirilebilmektedir. Tedavi tamamlandıktan sonra canlı kanser hücresinin varlığının araştırılması ile tedavi etkinliği belirlenebilmektedir. PET/CT tedaviye yanıtı en erken gösteren görüntüleme sistemidir.</li> <li><strong>Işın tedavi planının yapılması:</strong> Radyoterapi ya da ışın tedavisinde radyasyon verilecek canlı tümör hücresi alanları PET/CT ile haritalanarak, doğru ve etkili tedavi şansı artmaktadır. Bununla birlikte sağlıklı dokulara ışın verilmesi engellenmektedir.</li> <li><strong>Tekrarlayan hastalığın erken saptanması:</strong> Tedavi kürleri tamamlandıktan sonra hastalar ultrason ve tomografi gibi yöntemler ve kan tahlilleri ile takip edilir. Bu yöntemlerde kuşkulu durum oluştuğu takdirde canlı kanser hücrelerinin yeniden ortaya çıkıp çıkmadığı ve yaygınlığı PET/CT yöntemi ile saptanır.</li> </ul> <h2><strong>PET/CT işlemi nasıl yapılır?</strong></h2> <p>PET/CT işlemi için hastadan en az 6 saat açlık gerekmektedir. İlk olarak hastanın kan şekeri ölçülür. Kan şekeri istenilen sınırlarda ise damardan radyoaktif madde enjekte edilir. Radyoaktif maddeler çeşitli olmakla birlikte en fazla kullanılanı F-18 Florodeoksiglikoz dur. Bu madde Flor-18 isimi radyoaktif maddeye bağlanmış bir şeker molekülüdür. Enjeksiyonu takiben hasta bir saat kadar ilacın kanserli dokuda yeterli miktarda tutulması için bekletilir. Ardından PET/CT cihazında çekime alınır. PET/CT’de kullanılan diğer maddeler, kemikleri görüntülemek için F-18 NaF, prostat kanserlerinin yayılımının araştırılmasında Ga-68 PSMA, nöroendokrin tümörlerin araştırılmasında kullanılan Ga-68 DOTA-TATE’tir. Bunların dışında rutinde pek kullanılmayan birçok radyofarmasotik de bulunmaktadır.</p> <p>PET/CT kanserli dokunun saptanmasından tedavi planının yapılmasına, tedavi başarısının değerlendirilmesinden ışın tedavisinin planlanmasına kadar birçok aşamada kanserle mücadelede başarıyı artırabilmektedir.</p> <h2><strong>Sıkça sorulan sorular</strong></h2> <ul> <li><strong>PET/CT ne demek?</strong></li> </ul> <p>Kanserli hücrelerin normal hücrelerden en önemli farkı, hızlı ve kontrolsüz çoğalmalarıdır. Yüksek faaliyet gösteren hücrelerin enerji ihtiyaçları da normalden fazladır. Kanserli hücrelerin bu süreçte kullandığı şeker, protein ve bazı özel yapı taşları gibi maddeler radyoaktif olarak işaretlenip görüntülendiğinde, kanserli dokuların yeri saptanabilmektedir. PET/CT cihazı bu mantık temelinde çalışır.</p> <ul> <li><strong>PET/CT ne için çekilir?</strong></li> </ul> <p>Çok büyük bir oranda kanserin tanı ve evrelemesinde en ileri teknoloji tıbbi görüntüleme yöntemidir.</p> <ul> <li><strong>PET/CT ne kadar sürer?</strong></li> </ul> <p>Çekilecek bölgeye göre değişmekle birlikte ortalama 20-25 dakika sürmektedir.</p>
Tanı ve Testler
3 Boyutlu Ekokardiyografi
<p>Bilgisayar ve transdüser sistemlerindeki teknolojik ilerlemeler sayesinde; son 20 yılda 2 boyutlu ekokardiyografiye ek olarak 3 boyutlu ekokardiyografi teknolojisi gelişmiştir. Yapısal kalp hastalıklarının tanı ve tedavisinde 3 boyutlu ekokardiyografi büyük önem taşır. 3 boyutlu ekokardiyografi, radyasyonsuz ve gerçek zamanlı elde edilen 3 boyutlu görüntüler sayesinde, kalbe ait odacıklarla ve damarlarla ilgili ölçümlerinin detaylı olarak analiz edilebildiği ve kalbin anatomik detaylarının görülmesini sağlayan ileri teknoloji bir görüntüleme yöntemidir.</p> <h2><strong>3 boyutlu EKO kardiyografi nedir?</strong></h2> <p>3 boyutlu ekokardiyografi hem “transtorasik ekokardiyografi” (standart 2 boyutlu ekokardiyografi) ile hem de “endoskopik EKO” adı verilen “transözofajiyal ekokardiyografi” ile yapılabilir. Yani standart EKO çekimine ya da kısaca TEE olarak bilinen “endoskopik EKO” çekimine 3 boyutlu olma özelliği sağlayabilmektedir. Bu noktada en önemli unsur 2 boyutlu görüntülerin de yüksek kalitede olmasıdır. 3 boyutlu ekokardiyografinin esas özelliği kalbin kapakçıklarını değerlendirmede özellikle de mitral kapakta önemli bir tanı yöntemi olmasıdır. Standart 2 boyutlu EKO kardiyografide kalp kesitsel olarak görülmektedir; ancak 3 boyutlu ekokardiyografide tıpkı ameliyat sırasında göğüs duvarı açıldığındaki görüntü gibi 3 boyutlu gerçek bir görüntü elde edilmektedir.</p> <h2><strong>3 boyutlu EKO kardiyografi hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>Mitral kapak hastalıkları, aort kapak hastalıkları, doğuştan kalp delikleri gibi durumlarda, iyi bir görüntü kalitesi yakalanabilirse 3 boyutlu ekokardiyografi, tıpkı tomografik yöntem gibi kullanılabilir. Özellikle MitraClip yöntemi mutlaka 3 boyutlu ekokardiyografi eşliğinde yapılmalıdır. Bunun yanında protez kapak komplikasyonlarından olan, kapağın kenarından dikiş atması sonucu gelişen kaçakların; ameliyatsız, kasıktan girerek cihazla kapatılması için de 3 boyutlu ekokardiyografi gereklidir. İşlemden önce defektin boyutlarının ölçülmesi, işlem stratejisinin belirlenmesi açısından oldukça faydalı olan bu yöntem, işlem sırasında da vazgeçilmezdir.</p> <h2><strong>3 boyutlu EKO kardiyografi nasıl uygulanır? </strong></h2> <p>3 boyutlu EKO kardiyografi hem “transtorasik ekokardiyografi” ile yapılabilir hem de “endoskopik EKO” adı verilen “transözofajiyal ekokardiyografi” işlemi sırasında yapılabilir. En iyi görüntü kalitesi transözofajiyal, yani endoskopik ekokardiyografi ile elde edilir. Bazı transtorasik ekokardiyografi cihazlarının 3 boyutlu olma özelliği bulunmaktadır. Memorial Bahçelievler Hastanesi’nde kullanılan transtorasik ekokardiyografi cihazı bu özelliktedir. Merkezimizin en önemli özelliklerinden bir tanesi transtorasik ekokardiyografinin rutin olarak 3 boyutlu çekilebiliyor olmasıdır. Normalde 2 boyutlu ekokardiyografi ile alınan ejeksiyon fraksiyonu adı verilen kalbin kasılma değerleri merkezimizde 3 boyutlu olarak ve çok daha yüksek doğruluk oranı ile değerlendirilmektedir. Bunun yanında ülkemizde özellikle mitral darlık gibi romatizmal kapak hastalıkları çok görülmektedir. Mitral darlığı olan hastalarda kapak alanı çok önemlidir. Bu alan 3 boyutlu ekokardiyografi ile en doğru sonucu verir. En doğru sonuç da doğru tedavi seçimini sağlar. Ayrıca transtorasik ekokardiyografi sırasında 3 boyutlu ekokardiyografinin kullanılarak, tüm kalp odacıklarının volümlerinin ve fonksiyonlarının detaylı olarak verilebildiğini bilmekteyiz. Özellikle fonksiyon açısından bakıldığında, kalp üzerine toksik bazı kemoterapi ilaçları almak zorunda olan kanser hastalarının 3 boyutlu ekokardiyografiden oldukça faydalandığını görmekteyiz.</p> <h2><strong>3 boyutlu ekokardiyografi avantajları nelerdir?</strong> </h2> <ol> <li>3 boyutlu ekokardiyografi ile<strong> </strong>mitral kapağın ön ve arka yaprakçığı ve her 2 yaprakçığa ait 3’er adet skallop tıpkı ameliyatta görülen şekilde görülmektedir. Bu sayede hasta ameliyata girmeden önce yaprakçıkların hangisinde problem olduğu net olarak saptanabilmektedir. Cerraha da ameliyat öncesi bu konuda detaylı bilgi verilerek, cerrahın ameliyattan önce nasıl bir yöntem kullanacağına karar vermesi sağlanır.</li> <li>Mitral kapağın son yıllarda gelişen ameliyatsız, kasıktan girerek yapılan mitraClip işlemine; uygun olup olmadığı da detaylı olarak 3 boyutlu ekokardiyografi ile değerlendirilir.</li> <li>3 boyutlu ekokardiyografi triküspit, pulmoner kapaklar için de kullanılabilir.</li> <li>Kalp deliklerinin 2 boyutlu ekokardiyografi ile ölçümünde deliklerin şekli, tam olarak görülemediği için ameliyat öncesi kasıktan girerek takılması planlanan kapama cihazları deliğe uymayabilir. 3 boyutlu ekokardiyografide delikler net olarak görülüp, ölçümleri düzgün bir şekilde yapılır. Uzun ve kısa çapları net olarak değerlendirilir. Bu gibi doğumsal kalp deliklerinde bu sayede doğru cihaz seçilebilir.</li> <li>Kasıktan girilerek aort kapağı değiştirilen TAVI işleminde de bazı hastaların böbrek fonksiyonları bozuk olduğunda tomografi çekilemez. Bu gibi bir durumda 3 boyutlu ekokardiyografi ile değerlendirme yapılabilir. Bu ölçüm ayrı bir deneyim ve eğitim gerektiren bir işlemdir. Rutin olarak bütün kardiyologların yaptığı bir işlem değildir. Ancak bunun klinik olarak çok faydası vardır. Çünkü bu sayede böbrek yetmezliği olan bir hasta, tomografi gibi kontrast madde kullanımı gereken bir yöntemden kurtarılmış olur. Eğer doğru bir ölçüm yapılabilirse hastanın kapağı doğru seçilebilir ve işlem sırasında minimum komplikasyon gelişir.</li> </ol> <h2><strong>3 boyutlu EKO kardiyografi ile ilgili sıkça sorulan sorular</strong></h2> <p><strong>3 boyutlu ekokardiyografide süreç nasıldır?</strong></p> <p>Transtorasik ekokardiyografinin normal çekimi ile 3 boyutlu çekimi aynıdır. Hasta süreçle ilgili herhangi bir farlılık hissetmez. “Endoskopik EKO” adı verilen “transözofajiyal EKO kardiyografi”de ise daha detaylı bakıldığı için 3 boyutlu çekiminde süre biraz daha uzamaktadır. Endoskopik 3 boyutlu EKO 35-40 dk. arasında sürmektedir. Endoskopik 3 boyutlu ekonun anestezili ya da anestezisiz çekilmesine hastanın durumuna ve isteğine göre karar verilmektedir. İşlem standart bir endoskopi işlemi ile aynı riskleri barındırmaktadır ve genellikle herhangi bir sorun ile karşılaşılmamaktadır. Hastada işlem için 6 saatlik açlık ve susuzluk istenir. Kan sulandırıcı ilcaların kardiyoloğa danışılarak ayarlanması önemlidir. Hastanın yeni geçirdiği mide kanaması, yemek borusunda darlıklar, alerjik durumu, bulaşıcı hastalıkları, yutkunma ile ilgili bir sıkıntısı varsa işlem öncesinde tüm bunlar kardiyoloji uzmanı paylaşılmalıdır.</p> <p><strong>3 boyutlu ekokardiyografinin hastaya katkısı nedir?</strong></p> <p>Kapak yapısının, kalbin odacıklarının hacminin ve fonksiyonunun değerlendirilmesinde çok daha doğru bilgi sağlamaktadır. Bunun yanında kapak değerlendirmesinde, kalp deliklerinde ölçümlerin doğru alınmasını sağlamaktadır.</p>
Fetal Ekokardiyografi
<p>Yenidoğanlarda en sık görülen doğumsal anomali nedeni “doğumsal kalp hastalıkları” olarak tanımlanıyor. Bebeğin kalbinin daha anne karnındayken incelenmesine olanak veren “fetal ekokardiyografi yöntemi” ile birçok doğumsal kalp hastalığı erkenden teşhis edilebiliyor. Tespit edilen kalp rahatsızlığına doğumda müdahale edilebilmesi için ebeveynler uygun merkezlere yönlendirilerek, erken ve doğru girişim planlanmasının yapılması sağlanabiliyor.</p> <h2><strong>Fetal ekokardiyografi nedir? </strong></h2> <p>Fetal ekokardiyografi, ultrasonografik yöntemle anne karnındaki bebeğin kalbinin değerlendirilmesinde kullanılan bir tanı yöntemidir. Bu yöntemde ultrasonik ses dalgaları aracılığı ile kalbin yapısal durumu, fonksiyonları hakkında bilgi elde edilir.</p> <h2><strong>Fetal ekokardiyografi hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>Bebeğin anne karnında gelişimi sürecinde oluşan; doğumsal kalp hastalıklarında, çeşitli ritim bozukluklarında, anemi gibi kalp dışı etkenlere bağlı olarak kalbin ikincil etkilendiği bazı durumlarda kullanılır.</p> <h2><strong>Fetal ekokardiyografi nasıl yapılır/uygulanır?</strong></h2> <p>Fetal ekokardiyografi, hasta yatağına sırtüstü yatan annenin karın yüzeyine jel sürülüp uygun problar aracılığı ile bebeğin kalbinin görüntülenmesi ile yapılır.</p> <h2><strong>Fetal ekokardiyografi ile ilgili sık sorulan sorular</strong></h2> <p><strong>-Anne karnındaki bebeklerde ortaya çıkabilecek kalp hastalıkları nelerdir?</strong></p> <p>Doğumsal kalp hastalıkları(DKH) bebeğin anne karnında gelişimi sürecinde oluşan hastalıklardır. Anne karnındaki bebeklerde karıncıklar arası delik (VSD), kalp kapak darlıkları, kulakçıklar arasında geniş delik (ASD), kalpten çıkan ana damarların yer değiştirmesi (TGA), Patent duktus arteriyozus (PDA) gibi doğumsal kalp hastalıkları, çeşitli ritim bozuklukları ve anemi gibi kalp dışı etkenlere bağlı olarak gelişen kalbin ikincil etkilendiği hastalıklar gelişebilir.</p> <p><strong>-Anne karnındaki bebeklerde doğumsal kalp hastalıklarının görülme oranı nedir?</strong></p> <p>Doğumsal kalp hastalıkları doğumda mevcut olan anomalilerin en sık görülenlerinden birisini oluşturur. Bu oran yüzde 1-2 aralığında olmakla birlikte fetüste bu hastalıkların anne karnında görülme oranı daha yüksek seviyelere çıkabilmektedir</p> <p><strong>-Bu rahatsızlıklar hamileliğin hangi dönemlerinde ortaya çıkar?</strong></p> <p>Bebeğin kalbinin gelişimi gebeliğin 3- 8. haftası arası dönemde olur. Bu dönemdeki gelişim kusurları doğuştan kalp hastalıklarına yol açabilir. Ayrıca ritim bozuklukları gibi durumlarda 2. ve 3. trimestrlerde bulgular gelişebilir.</p> <p><strong>-Hamilelikte bebekte kalp hastalıklarına neden olabilecek riskler nelerdir?</strong></p> <p>Anne adaylarında görülen bazı sorun ve hastalıklar bebeklerinin kalbinde anomali oluşmasına neden olabilmektedir. Kalpte anomali oluşma riskini artıran etmenler şu şekildedir:</p> <p>- Annenin bebekte gelişim bozukluğuna yol açan bazı ajanlara (teratojenlere), ilaçlara ya da enfeksiyonlara maruz kalması,</p> <p>- Bazı ilaç ve maddelerin kullanımı</p> <p>- Annenin aşırı alkol tüketimi</p> <p>- Annenin gebeliğin ilk üç aylık döneminde kızamıkçık, sitomegalo virüs enfeksiyonu geçirmesi ve yüksek doz iyonize radyasyona maruz kalması</p> <p>- Annede diyabet hastalığının bulunması. Diyabet hastalığının erken dönemde kontrolünün yapılmadığı durumlarda doğumsal kalp hastalığı riski yüzde 0.6-0.8’dan yüzde 4-6’ya yükselmektedir. Bu risk oranı fenilketonürili hastalığı olan annelerin bebekleri için yüzde 14 olmaktadır.</p> <p>- Annede bağ dokusu hastalıkları</p> <p>-Ailede özellikle annede doğumsal kalp hastalığı öyküsünün olması</p> <p><strong>-Fetal ekokardiyografi işlemi ne zaman yaptırılmalıdır?</strong></p> <p>Gebeliğin 18-22 haftaları Fetal eko uygulaması için en uygun zaman aralığıdır. Bağdokusu hastalıkları ve ritim bozuklukları söz konusu olduğunda bu işlemin hamileliğin 2. ve 3. trimester dönemlerinde de yapılması önem taşır.</p> <p><strong>-Anne ve bebek açısından güvenilir bir yöntem midir?</strong></p> <p>Anne ve fetüs için güvenilir bir yöntem olan bu işlemin hiçbir zararı yoktur.</p> <p>-<strong>Fetal ekokardiyografi işlemini kimler yaptırmalıdır?</strong></p> <p>Fetal ekokardiyografi işlemi doğuştan kalp hastalıklarının tespit edilebilmesi için yüksek riskli gruplara mutlaka uygulanmalıdır. Riskli gruplar içerisinde pozitif aile öyküsü olanlar, bazı hastalıkları bulunan anne adayları, hamilelikte teratojenlere (ajanlara) maruz kalınması, kızamıkçık gibi intrauterin enfeksiyon geçirilmesi, raporlanmış fetal anomali olması, amnion sıvı anomalileri, kromozom anomalisinin bulunması, ikiz gebelikler, monozigotik ikizler ve birleşik ikizler bulunur. Bununla birlikte fetal eko, yaşı ileri olan anne adaylarının yanı sıra tahlil sonuçları anormal olan annelere de uygulanabilmektedir. </p> <p><strong>-Her anne adayı fetal ekokardiyografi yaptırmalı mıdır?</strong></p> <p>DKH, doğum öncesi yapılan ultrason çalışmalarında en sık gözden kaçırılan anomalilerdendir. Bu hastalıkların prenatal tanısı özellikle bazı doğumsal kalp hastalıklarında hastanın doğumdan sonraki seyrini önemli ölçüde etkilemektedir. Dünyada uygulama sıklığı artan ultrasonografi taramalarının yanı sıra fetal kalp değerlendirilmesi de giderek artan bir şekilde talep edilmektedir.</p> <p><strong>-Risk taşımayan annelerin bebeklerinde DKH görülme oranı nedir?</strong></p> <p>Fetal ekokardiyografi öncelikli olarak risk grubunda olan anne adaylarına yapılmaktadır. Ancak yapılan rutin fetal ekokardiyografi taramalarında bulunan anomalilerin yüzde 90’ının hiçbir risk taşımayan anne adaylarının bebeklerinde tespit edildiği görülmüştür. Yani annenin hiçbir risk taşımaması bebeğinde DKH olmayacağı anlamına gelmemektedir. Bu sebeple bütün anne adaylarının fetal ekokardiyografi taramasını yaptırması önem taşımaktadır.</p> <p><strong>-Tarama işlemi hastalığın tedavisini nasıl etkiler?</strong></p> <p>Birçok kalp hastalığının tedavisi günümüzde mümkün olmaktadır. Tedavi seçenekleri anomalinin tipine, gestasyonel yaşa, eşlik eden major anomalilere ve etik duruma göre değişkenlik göstermektedir. Fetal eko ile doğuştan kalp hastalıkları tespit edilen durumlarda patolojinin durumuna göre değerlendirme yapılmaktadır. Anne ve bebeğin takip edilmesinin gerektiği bu gibi olgularda, doğumda gerekli müdahalenin yapılması için ebeveynler uygun merkezlere yönlendirilir. Böylece bebeğe erken ve doğru girişimin planlanmasının yapılması sağlanır.</p> <p>Fetal ekokardiografi taramalarında ağır kalp hastalığı olan bebeklerde 24. haftaya kadar olan dönemde gebeliği sonlandırma seçeneği hakkında ailelere bilgi verilir. Ayrıca fetüste ritim bozukluğu olduğunda anneye verilen ilaçlarla bebeğin ritminin düzenlenmesine yardımcı olunur.</p>
Füzyon Prostat Biyopsisi
<p>Erkeklerde en sık görülen prostat kanserinde doğru tanı koymanın tek yolu hastaya biyopsi yapmaktır. Fakat diğer organlarda her zaman çekilen bölümlerde şüphelenilen alanlar vardır ve o alanlardan bir parça alınabilmektedir. Prostatta ise diğer organlar gibi görüntü almak çok zordur. İkinci önemli nokta ise pratik olarak prostat biyopsisinin ultrason altında yapabilmesidir. MR veya tomografi altında yapmak çok zor olabilmektedir, MR altında biyopsi yapıldığı zaman sadece belirli noktadan biyopsi alınabilmektedir. Klasik prostat biyopsisi artık yerini teknolojinin en üst seviye çıktığı füzyon biyopsiye bırakmaya başlamıştır. Klasik biyopsi yapılan hastadaki agresif kanserler atlanabilirken füzyon biyopsi ile hastadaki agresif kanserler belirlenerek doğru tedavi yapılabilmektedir. Özellikle agresif prostat kanserini atlamadan belirleyen füzyon prostat biyopsisi şu an ülkemizde başta Memorial Hastaneleri olmak üzere sayılı noktalarda yapılmaktadır. Hastalara prostat biyopsisi öncesi multiparametrik prostat MR’ı çekilmektedir. MR’daki görüntülerden prostat kanseri açısından şüpheli alanlar belirlenerek MR görüntüleri üzerinde işaretlenir. İkinci aşamada hasta uyutularak hastanın makatına ultrason probu yerleştirilir. Eski tipten farklı olarak yeni tip bu cihazlar ultrason görüntüleri ile MR görüntülerini üst üste getirmektedir. Normalde ultrason ile seçilemeyen prostat kanseri alanları bu sayede görünür hale gelmektedir. Prostat biyopsisi “rastgele değil” özellikle prostat kanseri açısından riskli alanlardan alınmaktadır. Bu yöntemde başta agresif seyirli (hızlı ilerleyen) kanser olmak üzere tüm prostat kanserleri daha yüksek oranda belirlenebilmektedir.</p> <h2><strong>Prostat biyopsisi nedir?</strong></h2> <p>Prostat biyopsisi, prostattan özel bir iğne ile bir parça alma işlemidir. Her ne kadar günümüzde teknoloji çok ileri noktalara gelse de; prostat kanseri tanısı halen prostat biyopsisi ile konulmaktadır. Biyopsi ile alınan prostat dokusu özel boyalarla işlem gördükten sonra mikroskop altında incelenir. Bunun sonucunda patoloji uzmanı, hastanın prostat kanseri olup olmadığını üroloji uzmanına rapor eder.</p> <h2><strong>Prostat biyopsisi çeşitleri nelerdir?</strong></h2> <p>Günümüzde prostat biyopsisi mutlaka öncesinde prostat MR’ı (multiparametrik MR; 3 Tesla cihaz ile) çekilerek, MR’da saptanan şüpheli alanlara yönelik yapılmaktadır. Prostat biyopsisi günümüzde 2 ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar klasik prostat biyopsisi ve füzyon prostat biyopsisidir.</p> <p><strong>Klasik prostat biyopsisi (eski tip):</strong></p> <p>Bu tip prostat biyopsisi ülkemizde irili ufaklı hemen her hastanede, genellikle üroloji uzmanı tarafından yapılan bir biyopsi çeşididir. Bu prostat biyopsi tekniğinde “sadece transrektal ultrasonografi” kullanılır (hastaya prostat biyopsisi öncesi MR incelemesi yapılmaz). Üroloji uzmanı, hastanın makatına ultrason probunu yerleştirir; ultrason cihazı prostat içinde kanser şüphesi taşıyan alanları göremez; sadece prostatın önü, arkası neresi; prostatın periferik zonu (kabuk kısmı) neresi onu gösterir. Üroloji uzmanı klasik prostat biyopsisi yaparken prostatın çeşitli yerlerinden “RASTGELE” genellikle toplam 12 parça alarak inceleme yapmaktadır.</p> <p><strong>Füzyon prostat biyopsisi (yeni tip): </strong></p> <p>Özellikle agresif prostat kanserini atlamadan belirleyen füzyon prostat biyopsisi şu an ülkemizde başta Memorial Hastaneleri olmak üzere sayılı noktalarda yapılmaktadır. Hastalara prostat biyopsisi öncesi multiparametrik prostat MR’ı çekilmektedir. MR’daki görüntülerden prostat kanseri açısından şüpheli alanlar belirlenerek MR görüntüleri üzerinde işaretlenir. İkinci aşamada hasta uyutularak hastanın makatına ultrason probu yerleştirilir. Eski tipten farklı olarak yeni tip bu cihazlar ultrason görüntüleri ile MR görüntülerini üst üste getirmektedir. Normalde ultrason ile seçilemeyen prostat kanseri alanları bu sayede görünür hale gelmektedir. Prostat biyopsisi “rastgele değil” özellikle prostat kanseri açısından riskli alanlardan alınmaktadır. Bu yöntemde başta agresif seyirli (hızlı ilerleyen) kanser olmak üzere tüm prostat kanserleri daha yüksek oranda belirlenebilmektedir.</p> <h2><strong>Füzyon prostat biyopsi nasıl uygulanır?</strong></h2> <p>Memorial Hastaneleri’nde prostat biyopsisi üroloji uzmanı ve radyoloji uzmanlarının birlikte katılımı ile yapılmaktadır. Hastanın prostat biyopsisi sırasında herhangi bir ağrı hissetmemesi ve işlem sırasında hareket etmemesi için prostat biyopsisini sedasyon altında yapılmaktadır. Kullanılan son teknoloji MR füzyon prostat biyopsi cihazımız “Uronav” marka olup yazılımı 2019 yılında güncellenmiştir. Uronav marka cihaz ABD’de en çok bulunan ve ABD’de en önemli kanser tanı merkezlerinin tercih ettiği cihaz olup; özellikle kullanım kolaylığı ve hedefi doğru olarak tespit etmesi nedeniyle diğer markalara göre avantaj sağlamaktadır.</p> <p>Prostat biyopsisi öncesi mutlaka hastanın prostatını 3 Tesla MR ile multiparametrik MR yaparak inceleniyor. Prostat MR’ları konusunda üst düzey tecrübeye sahip, kendini bu konuda geliştirmiş olan radyoloji uzmanımız; MR görüntüleri üzerinde kanser açısından şüpheli alanları işaretledikten sonra; işaretlenmiş bu görüntüler Üronav adlı prostat biyopsi cihazımızın sistemine yüklenmektedir.</p> <p><strong>Prostat biyopsisi 2 yolla yapılır. </strong></p> <p>Her iki yolla da makattan kalın bağırsağa bir ultrason probu sokulur ve prostat sınırları belirlenir. Eğer prostat parçası alacağımız iğneyi makattan sokup; kalın bağırsağı delerek prostattan parça alınırsa buna “transrektal prostat biyopsisi” denir. İğne kalın bağırsağı delip prostata ulaştığı için bu tip prostat biyopsisi sonrası hastalarda nadir de olsa enfeksiyon gelişme riski vardır.</p> <p><strong>1-Transrektal prostat biyopsi:</strong> Bu yöntemde genellikle hasta sola dönük yan yatar şekilde dizler karına doğru çekili pozisyonunda yapılır. Numune alınmadan önce prostat bezinin çevresine bir lokal anestetik madde enjekte edilebilir. Transrektal ultrason genellikle iğneyi doğru noktaya yönlendirmek için kullanılır. İğne hızlıca prostat bezine girer ve bir doku örneğini çıkarır. Prostatın farklı bölgelerinden ortalama 10-12 örnek alınır. Transrektal prostat biyopsi yaklaşık 20-30 dakika sürer.</p> <p><strong>2- Perine yoluyla (transperineal biyopsi):</strong> Transperineal biyopsi, transrektal biyopsi kadar sık kullanılmaz. Dizlerinin bükülmüş halde yan tarafa ya da sırt üstü yatarak yapılır. Genel veya lokal anestezi altında yapılabilir. Biyopsi alanındaki cildiniz steril bir solüsyon ile temizlenir. Çevresi steril bir bezle kaplıdır. Transrektal ultrason genellikle iğneyi doğru noktaya yönlendirmek için kullanılır. Doktorunuz prostat bezini tutmak için rektuma parmağını yerleştirir. Ardından iğne perineden prostat bezine sokulur. Bir doku örneği toplamak için, iğne yavaşça döndürülür ve dışarı çekilir. Biyopsi genellikle yaklaşık 30 dakika sürer.</p> <h2><strong>Füzyon prostat biyopsi hakkında sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Füzyon prostat biyopsisinin avantajları nelerdir?</strong></p> <ul> <li>Klasik prostat biyopsisi yapılan hastaya prostat biyopsi öncesi MR çekilmez. Füzyon prostat biyopsisi yaptıran hastaya ise prostat biyopsi öncesi multiparametrik prostat MR’ı çekilir.</li> <li>Klasik biyopside genellikle hasta uyutulmadan lokal anestezi yapılır. Füzyon biyopsi genellikle hasta uyutularak anestezi altında yapılmaktadır.</li> <li>Klasik biyopside hasta genellikle ağrı hissetmektedir. Füzyon biyopsi de ise hasta ağrı hissetmemektedir.</li> <li>Klasik biyopsi yapılan hastalarda özellikle hızlı yayılan agresif prostat kanserleri gözden kaçmaktadır. Füzyon biyopsi yapılan hastalarda ise hızlı yayılan agresif prostat kanserleri gözden kaçmaz.</li> <li>Klasik prostat biyopsisi yapılan hastalara yanlış tedavi planlaması yapılma ihtimali bulunmaktadır. Füzyon biyopsi yapılan hastalara ise doğru teşhis konulduğu için doğru tedavi planlaması yapılabilmektedir.</li> </ul> <p><strong>Prostat biyopsisi ne zaman yapılmalıdır?</strong></p> <p>Erkeklerde en sık görülen kanser, prostat kanseridir. Prostat kanseri riski en yüksek olan erkeklere prostat kanseri tanısı koymanın tek yolu prostat biyopsisi yapmaktır. Prostat kanseri riski taşıyan erkekleri şöyle sıralayabiliriz;</p> <ul> <li>Yüksek total PSA‘sı olanlar</li> <li>Parmakla muayenede şüpheli prostat bulguları olanlar</li> <li>Multiparametrik prostat MR’ında prostat içinde PI-RADS 4 ve Pı-RADS 5 alanları olanlar</li> <li>Genetik testlerde prostat kanseri riski yüksek olanlar</li> </ul> <p><strong>Prostat biyopsisi öncesi hazırlık nasıl yapılır?</strong></p> <p>Prostat biyopsisi girişimsel bir işlem olduğu için biyopsi öncesi şu hazırlıkların yapılması gerekir.</p> <ol> <li><strong>İdrar kültürü:</strong> Prostat biyopsisinden 3 gün öncesinde idrar kültürü yapıp; hastanın idrar yolunda enfeksiyonun olmadığı kanıtlanmalıdır.</li> <li><strong>Antibiyotik tedavisi:</strong> Genellikle prostat biyopsisi makat aracılığı ile (transrektal) yapıldığı için ve prostat biyopsisinden bir gün öncesinde antibiyotik başlamak gerekir. Memorial hastane grubu protokolleri gereği, prostat biyopsisi yapıldıktan sonra 3 gün antibiyotik tedavisi verilmektedir.</li> <li><strong>Bağırsak temizliği:</strong> Prostat biyopsisi genellikle makat aracılığı ile (transrektal) yapıldığı için işlemden önce bağırsakların temiz olması gerekmektedir. Bu nedenle prostat biyopsisi yapılacak sabah ve işlemden bir saat öncesi olmak üzere hastaya 2 kez lavman yapılmasını gerekmektedir.</li> <li><strong>Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi:</strong> Prostat son derece iyi kanlanan bir organdır. Prostat biyopsisi sonrası makattan veya idrarda ciddi kanamalar olmaması için kan sulandırıcı ilaçlar biyopsiden bir hafta öncesinde kesilmelidir. Gereken hastalara kısa etkili kan sulandırıcı iğneler önerilmelidir.</li> </ol> <p>Prostat biyopsisi lokal anestezi veya genel anestezi (sedasyon) altında yapılabilir. Prostat biyopsisi sedasyon altında yapılacaksa, hastanın biyopsiden 6 saat öncesinde yemek yenmemesi ve sıvı almaması gerekmektedir.</p> <p><strong>Prostat biyopsisindeki riskler nelerdir?</strong></p> <ul> <li>Prostat biyopsisi yapıldıktan sonra yaklaşık 6 saat boyunca istirahat etmeniz gerekmektedir.</li> <li>Pelvik bölgede (makat civarında) hafif ağrı olabilir ve idrarda kanama 5 gün sürebilir.</li> <li>Prostat biyopsisi sonrası yaklaşık 6 hafta sperm renginiz koyu olabilir (menide kan görülebilir)</li> <li>Transrektal biyopsi yapmışsanız, biyopside 2 ile 3 gün sonra makattan az miktarda kanama olabilir.</li> <li>Prostat enfeksiyonu (akut prostatit) olabilir. Biyopsi işleminden sonra üşüme, titreme, ateş yüksekliği gibi belirtileri vardır. Önlemek amacıyla özellikle testten önce antibiyotik tedavisi almak enfeksiyonu önler.</li> <li>Biyopsiden sonra; ağır kanama, giderek artan bir ağrı, ateşiniz olması ya da 8 saatten fazla idrar yapamazsanız mutlaka hastanenize başvurmanız gerekmektedir.</li> </ul> <p><strong>Standart ultrasonografı cihazlarıyla yapılan klasik biyopsilerin farkı nedir?</strong></p> <p>Standart prostat biyopsisinde prostat periferik zonu 12 bölgeye ayrılır ve her bölgeden rastgele bir parça alınır. Ultrason cihazı, normal prostat dokusundan kanserli dokuyu ayıramamaktadır, bu nedenle biyopsi için şüpheli alanlar hedef alınamamaktadır. Bu yöntemde, prostattan farklı alanlardan rastgele örnek alınarak eğer bir tümör mevcutsa, alınan örneklerden birinde tümörlü doku ile karşılaşacağımızı umarak, dağınık “kör” bir yaklaşım kullanıyoruz. Bu rastgele biyopsiler, hızlı ilerleme potansiyeline sahip kanserleri bazen yakalayamamakta veya hasta hayatını tehdit etmeyecek bir kanser gereksiz bir şekilde yakalanabilmektedir. Bunun sonucu olarak hastaların yaklaşık yarısına yanlış tedavi önerisinde bulunulmaktadır.</p> <p><strong>Prostat kanseri taramasında yeniliklernelerdir? MR füzyon biyopsisi nedir?</strong></p> <p>Son yıllarda prostat kanseri tespit edilmesinde “Multiparametrik prostat MR” çekilmesi ve “MR-füzyon biyopsi tekniği” gündeme gelmiştir. Neden mi? Çünkü elimizde olan klasik görüntüleme yöntemleri (ultrason) ile biyopsi sırasında prostat kanseri olabilecek noktalar anlaşılamayabilmektedir. Yeni nesil MR cihazları kullanılarak (özellikle mıknatıs gücü yüksek olan 3 Tesla cihazlar) prostat farklı MR teknikleri ile (multiparametrik MRI) incelenmektedir. Bu görüntüler bu konudaki deneyimli radyologlar tarafından incelenir ve prostat kanseri açısından şüpheli alanlar incelenir. Multiparametrik MRI özellikle 0.5 cc üzerinde olan ve agresifliği yüksek kanserleri büyük bir doğruluk oranı ile bize göstermektedir.</p> <p>Peki sadece MR’ın gösterdiği noktalardan biyopsi almak yeterli midir? Yapılan çalışmalar sadece MR’ın gösterdiği noktalardan biyopsi alındığında %10 oranında prostat kanserinin atlanacağını bize göstermiştir. Bu yüzden günümüzde sistematik prostat biyopsisine ek alarak MR’ın gösterdiği alanlardan biyopsi almak gerekir. Yapılan çalışmalar, MR’ın prostat kanserli alanları gerçeğinden daha ufak gösterdiğini kanıtlamıştır. Bu nedenle MR’ın işaret ettiği noktalardan en az 4 adet prostat biyopsisi almak gerekir.</p> <p><strong>MR’ın işaret ettiği noktalardan nasıl biyopsi alınabilir?</strong></p> <p><strong>3 tip MR Füzyon biyopsi tekniği vardır.</strong></p> <ol> <li><strong>MR altında biyopsi:</strong> MR’ın işaret ettiği noktadan büyük bir doğrulukla biyopsi alınabilmektedir. Sadece MR’ın işaret ettiği noktalardan değil, sistematik prostat biyopsisi de yapmak gerekir. MR altında sistematik prostat biyopsi yapılması son derece zaman alıcı ve pahalı bir işlemdir. Bu dezavantajları nedeniyle dünya genelinde uygulaması %5 civarındadır.</li> <li><strong>Kognitif MR biyopsi:</strong> MR’ın işaret ettiği yerleri prostat biyopsisini yapacak uzman akılda tutarak biyopsileri o noktalardan alır. özellikle küçük boyutta şüpheli alan varsa, birden çok noktada şüpheli alan varsa kognitif biyopsi yetersiz kalabilmesi en önemli devavantajıdır.</li> <li><strong>Yazılım yardımlı MR Ultrason Füzyon biyopsi:</strong> Biyopsi ortamında hastanın prostatı ultrason ile incelenir. Prostatın ultrason görüntüsü ile çekilmiş olan MR’daki prostat görüntüleri bir yazılım aracılığıyla üst üste getirilerek birleştirilir. Ultrason probu prostat etrafında hareket ettirdiğimizde, füzyon yazılımı üst üste binmiş MR görüntüsünü buna göre kaydırır ve ayrıntılı bir 3 boyutlu ultrasonografi/MR görüntüsü sağlar. Bu birleştirilmiş görüntüde biyopsi iğnelerini tam olarak örnek almak istediğimiz alana (şüpheli lezyona) yönlendirilebilir. Bu yöntem sanki yol tarifi olmadan araba sürmek yerine hedefinize ulaşmak için GPS kullanmak gibidir.</li> </ol>
Ayrıntılı Ultrason
<p>Görüntüleme yöntemlerinin ilerlemesi ile birlikte anne karnındaki bebeğin gelişiminin her aşaması takip edilebilirken, detaylı ultrason ile bebeğin tüm organları ayrıntılı bir şekilde incelenebiliyor. Bebekte olabilecek doğumsal ve yapısal anomalilerin büyük bir kısmının tespit edilmesini ve gerektiğinde hastalıklara müdahale edilmesini sağlayan ayrıntılı ultrasonun bebeğe ve anneye hiçbir zararı bulunmuyor.</p> <h2><strong>Ayrıntılı (Detaylı) ultrason nedir? </strong></h2> <p>Ayrıntılı (Detaylı) ultrason, anne karnındaki bebeğin beyni, gözleri, burnu, dudakları, yüzü, boynu, kalbi, akciğerleri, kolları, elleri, parmakları, karın içi organları, sırtı, bacakları ve ayakları başta olmak üzere tüm organ gelişiminin değerlendirilmesini sağlayan bir tanı yöntemidir.</p> <h2><strong>Ayrıntılı ultrason hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>Ayrıntılı ultrason anne karnındaki bebekte anomali tespitinde, gelişiminin incelenmesinde, riskli gebelik ve rutin gebelik takibinde kullanılmaktadır.</p> <h2><strong>Ayrıntılı ultrason nasıl uygulanır?</strong></h2> <p>Hasta yatağına uzanan hamile kişinin karnına su bazlı jel sürülür. Perinatoloji uzmanı, ses dalgalarını gönderecek olan ultrasonun prob kısmını, görüntüleme yapılacak bölge üzerinde gezdirerek anne karnındaki bebeğin gelişimi ile ilgili bilgi elde eder. İşlem bittikten sonra cilde sürülen jel temizlenir.</p> <h2><strong>Ayrıntılı ultrason ile ilgili sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Ayrıntılı ultrason ile doğumsal hastalıklar tespit edilebilir mi?</strong></p> <p>Anne karnındaki bebeğin organlarının oluşumu ile ilgili problemlerin tespit edilmesini sağlayan ayrıntılı ultrasonografi ile anne karnındaki doğumsal hastalıkların yüzde 95’inin tanısı konulabilmektedir.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason ile bebeğin tüm organları incelenebiliyor mu?</strong></p> <p>Anne karnında bebeğin gelişimi, embriyolojik ve fetal dönem olmak üzere ikiye ayrılır. İlk 8 hafta embriyolojik, 8. haftadan sonrası fetal dönem olarak kabul edilir. Fetal dönemde, bebeğin tüm organları oluşup gelişmeye devam ettiği için bebeğin organları incelenebilir.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason kimler tarafından yapılır?</strong></p> <p>Ayrıntılı ultrasonografi, bu konuda eğitim almış perinatoloji ile kadın hastalıkları ve doğum uzmanları tarafından belli özellikleri olan ultrasonografi cihazları ile yapılır.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason incelemesi ne kadar sürer?</strong></p> <p>Organ değerlendirmesi uzun süren bir işlem olduğu için bu muayene yarım saat kadar sürer.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason hangi haftalarda yapılmalıdır?</strong></p> <p>Ayrıntılı ultrasonografi genel olarak 18-24. haftalar arasında yapılır. Fakat gelişen ultrasonografi cihazları ve teknikler sayesinde bu işlem artık 11-13. hafta aralığında da yapılabilir duruma gelmiştir. Bu haftalar arasında yapılan ayrıntılı ultrasonografide, yapısal anomalilerin yüzde 75’i tanınabilir. Bununla birlikte, beyin oluşumundaki bazı problemler ve kalpteki bazı delikler bu haftada görülemeyeceği için 20-24. hafta arası beyin gelişimi ve kalpteki küçük deliklerin değerlendirilmesi için işlemin tekrarlanması önerilir.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason yaptırmak neden önemlidir?</strong></p> <p>*Ayrıntılı ultrason yapılması, hayati organlarda problemler varsa doğumun uygun şartlarda ve planlı yapılması, bebeğin bu problemlerden daha az etkilenmesini sağlar.</p> <p>*Bazı hastalıklara anne karnında müdahale edilmesi, bebeğin yaşama şansını artırır.</p> <p>*Bir takım özel ultrason bulguları sayesinde, genetik hastalıkların tanısını koymada yönlendirici olabilir.</p> <p>*Bebeğin pozisyonu, bebeğin eşinin yerleşimi, doğum şeklinin belirlenmesi gibi konuların aydınlatılmasını sağlar.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason yaptırmak bebeğe zarar verir mi?</strong></p> <p>Ayrıntılı ultrasonografi süresinin uzun olması nedeni ile gebelerde, bebeklerinin bu ses dalgalarından etkilenebileceğine dair yanlış fikirler oluşturur. Ancak ultrasonografide kullanılan cihazların bebeğe hiçbir zararı yoktur ve güvenle kullanılabilmektedir.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason ile hangi genetik hastalıklar tespit edilebilir?</strong></p> <p>Günümüzde tanımlanmış yaklaşık 15 bin genetik hastalık mevcuttur. Bu hastalıkların bazılarının birtakım ultrasonografik bulguları bulunur. Bir genetik hastalığın anne karnında tanısının konabilmesi için bebekte yapısal bir bozukluğa neden olması gerekir. Yapısal bozukluklar arasında; kalpte delikler, kalp damarlarındaki anormallikler, kalp kapakçıklarında anormallikler, beyin gelişiminde bozukluklar, karın ön duvarının gelişmemesi, parmak fazlalıkları, kol-bacak kısalıkları, yüz şekli bozuklukları ve daha yüzlercesi bulunur. Bununla birlikte, bazı genetik hastalıklar ne yazık ki anne karnında bir bulgu göstermez. Bu yüzden anormal ultrasonografi bulguları çok dikkatli değerlendirilmelidir.</p> <p><strong>Ayrıntılı ultrason değerlendirmesinde görüntü dışında hangi faktörler değerlendirmeye alınır?</strong></p> <p>Ayrıntılı ultrasonografide, bebekte birçok yapısal bozukluk tespit edilebilir. Bu bozukluklar tek başına bir anlam taşımaz. Bebeğin, anne-babanın hatta kardeşlerin de değerlendirilmesi gerekebilir. Ayrıntılı değerlendirme sonrası, ek testler yapılıp yapılmayacağına karar verilir.</p>
Tedavi Yöntemleri
Laparoskopik Myomektomi
<p>Şiddetli ağrı, adet düzensizlikleri, sık idrara çıkma gibi belirtilerle kendini gösterebilen rahim içi miyomlar, kısırlıktan rahmin alınmasına kadar farklı sonuçlara neden olabiliyor. Sıklıkla cerrahi operasyonlar ile tedavisi yapılan miyomlardan günümüzde kapalı ameliyatlar ile konforlu bir şekilde kurtulmak mümkün olabiliyor. Laparoskopik myomektomi (kapalı miyom ameliyatı) sonrasında hastalar kısa sürede normal yaşantılarına dönebiliyor.</p> <h2><strong>Laparoskopik myomektomi nedir?</strong></h2> <p>Kadın rahminde normal boyutların üstüne çıkan miyomların operasyon ile tedavi edilmesi gerektiğinde laparoskopik (kapalı) veya laparotomi (açık) cerrahi yöntemi kullanılır. Laparoskopik miyomektomi miyomun rahimden kapalı cerrahi yöntemi ile alınmasıdır.</p> <h2><strong>Laparoskopik myomektomi hangi hastalıklarda kullanılır?</strong></h2> <p>Laparoskopik myomektomi işlemi miyom hastalığının tedavisinde kullanılır.</p> <h2><strong>Laparoskopik myomektomi nasıl uygulanır?</strong></h2> <p>Genel anestezi altında uygulanan laparoskopik myomektomi ameliyatında karına göbekten ve daha aşağılardan birkaç ufak kesi açılır. Karın karbondioksit gazıyla şişirilerek pelvik boşluğa laparoskop denilen alet (kameralı ince boru şeklinde aletler) yerleştirilir. Bu şekilde rahim, yumurtalıklar ve komşu organların görüntüsü alınır. Daha çok myomların rahmin dış yüzeyine yakın olduğu durumlarda ve çok büyük olmayan myomların alınmasına kullanılan laparoskopik myomektomi ameliyatı üç ana bölümden oluşmaktadır:</p> <ul> <li><strong>Miyomun ayrılması:</strong> Miyoma ulaşmak için rahmin duvarına yapılan kesi ve miyom hattının bulunmasıdır. Miyomun yatağından traksiyon-kontraksiyon (Mekanik çekme-karşı çekme) yöntemleriyle çıkarılmasıdır.</li> <li><strong>Miyom yatağının onarımı:</strong> Miyom çıkarıldıktan sonra rahim duvarında açılan kesi hattının iki kat ya da ihtiyaç halinde üç kat onarılmasıdır.</li> <li><strong>Miyomun parçalanarak batın dışına alınması (Morselasyonu):</strong> Bu aşamada karın boşluğuna çıkarılan miyom karın duvarından trokar yerlerinden içeri sokulan morselasyon cihazları ile küçültülerek rahim dışına alınmaktadır. Vajen arka duvarından karın boşluğuna girilerek parçalanmadan tek parça halinde miyomun çıkarılması da tercih edilebilecek diğer bir yöntemdir.</li> </ul> <h2><strong>Laparoskopik Myomektomi ile ilgili sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Miyomların tekrarlama riski var mı?</strong></p> <p>Ameliyatın ardından yaklaşık 5 yıllık süreç içerisinde yüzde 20-25 oranında miyomların tekrar çıkma riski var. Myomektomi adı verilen miyom ameliyatında gözle görülen tüm miyomlar temizlenebilir ancak bir de gözle görülemeyen mikroskobik seviyede küçük olan miyomlar alınamadığı için bunların zaman içerisinde büyüyüp yeniden ortaya çıkması ve şikayetlere yol açma riski bulunmaktadır.</p> <p><strong>Miyomlar kimlerde daha çok görülür?</strong></p> <p>Rahmin kendi düz kas liflerinden gelişen miyomlar, ailesinde miyom olan kadınlarda daha çok görülür. Üreme çağındaki kadınlarda karşılanmamış östrojen hormonunun artması sebebiyle, miyomların görülme oranları yüzde 15-20 arasında olmaktadır. Gebelikte östrojenin yükselmesi nedeniyle miyomların boyutları daha fazla artmaktadır.</p> <p><strong>Miyomlar düşüğe sebep olur mu?</strong></p> <p>Gebelikte yüksek östrojen düzeyine bağlı olarak daha büyümektedir ve büyüyen miyomlar fetüsü iterek düşüklerin yaşanmasına yol açabilmektedir.</p> <p><strong>Menopoz döneminde miyomlar azalır mı?</strong></p> <p>Menopoz döneminde östrojen hormonunun azalması ile birlikte miyomlar azalıp küçülmektedir.</p> <p><strong>Miyomlar kansere dönüşebilir mi?</strong></p> <p>Miyomlar, genellikle sınırları belirgin ve iyi huylu kitleler olsalar da, büyüme ve kan akımı hızları ultrasonla kontrol edilerek çok nadir de olsa kötü huylu bir sarkom olma olasılıkları değerlendirilmelidir.</p> <p><strong>Bütün miyomlar ameliyatla alınmalı mıdır?</strong></p> <p>Miyomlarin ameliyatla alınıp alınmamasının değerlendirilmesi; hastanın durumuna, doğru zamana ve kullanılacak yönteme göre değerlendirilir. Herhangi bir bası ya da kanamaya neden olmayan bir miyomda, kötü huylu düz kas tümörü şüphesi uyandıran bulgular olmadığı sürece ameliyata gerek yoktur. Buna karşın aşırı kanamalar yaratan, rahme bebeğin yerleşmesine engel olan, mesaneye ve son bağırsağa bası ve ağrı yaratan miyomların ise alınması gerekmektedir.</p> <p><strong>Miyom ameliyatında dikkate alınması gereken kriterler nelerdir? </strong></p> <p>Hastanın yaşı yapılacak ameliyat yönteminin seçiminde önem taşımaktadır. İleri yaştaki hastalarda, menopoz döneminde miyomun büyümesinin duracağı ihtimali göz önüne alınarak ameliyat ertelenebilir. Genç yaşlardaki hastalarda ise rahmin korunmasına yönelik bir minimal giriş cerrahisi yöntemi olan laparoskopik myemektomi yöntemi kullanılabilir.</p> <p><strong>Laparoskopik myomektomi ameliyatını hangi uzman gerçekleştirir?</strong></p> <p>Laparoskopik myomektomi ameliyatı Kadın Hastalıkları ve Doğum uzmanları tarafından yapılır. Bu ameliyatta kapalı yöntemi uygulayacak uzman doktorun ileri endoskopik cerrahi ameliyatlarında deneyiminin olması büyük önem taşır.</p> <p><strong>Laparoskopik myomektomi de iyileşme süreci ne kadar sürer </strong></p> <p>Laparoskopik myomektomi operasyonu hasta ameliyat olduğu gün hastanede kalırken, genellikle ertesi gün taburcu edilir. Ameliyat sonrası iyileşme süreci birkaç gün ile iki hafta arasında değişir.</p> <p><strong>Laparoskopik myomektominin avantajları nelerdir?</strong></p> <p>Açık cerrahiye göre Laparoskopik myomektomi işleminde hastalar daha az ağrı yaşar, dikiş izleri çok küçük olur, daha az kan kaybı yaşar ve günlük yaşamlarına daha hızlı dönüş yapar. Ayrıca hastanede kalma süresi de kısalır.</p> <p><strong>Laparoskopik myomektomi operasyonu öncesinde östrojen baskılayan ilaçlar kullanılmalı mıdır?</strong></p> <p>Operasyondan önce hastaya GNRH analoglarının yani kadının doğal östrojenini baskılayan ilaçların rutin olarak verilmesinden kaçınılmalıdır. Bu ajanlar miyomun rahime yaptığı hattı belirsizleştirerek miyomun rahimden ayrılmasını güçleştirir. Nadir görülen vakalarda hastanın kanamasını ameliyat öncesi keserek hastayı ameliyata hazır kan düzeyine yükseltmek için kullanılabilir.</p> <p>Sadece menopoza yakın yaşlarda ya da sistemik hastalıkların cerrahiye izin vermediği durumlarda östrojen baskılayıcı ilaçlar kullanılabilir. Bu ilaçların uzun dönem kullanımı kemik erimesi, adet kesilmesi, ateş basması gibi şikayetlere neden olabilir. Miyomların, miyomu besleyen damların tıkanması ve beslenmesinin bozulması ile giderek küçülmesinin sağlanması şeklinde önerilen tedavi yöntemleri kullanılan ajanların yumurtalık ve rahim iç zarı (endometrium) tabakasına verebilecekleri hasar riskinden dolayı genç hastalara önerilmemektedir.</p> <p><strong>Ameliyat sırasında kanamayı azaltmak için laparoskopik myomektomide önerilen yöntemler nelerdir? </strong></p> <p>Damar daraltıcı ajanlar (vasokonstrüktör) ya da atardamarların geçici olarak sıkıştırılmasıdır. Bu ajanların kullanılması kanama kontrolü için kullanılacak, yakma ile kanama kontrolü ihtiyacını azaltarak, daha güçlü yara iyileşmesi sağlayacaktır. Güçlü yara iyileşmesi, gebelik isteyen hastalarda rahim kasının gerilme gücü ve gebeliğin sağlıklı devamlılığı açısından oldukça önem taşır.</p> <p>Miyomun boyutuna göre kanama miktarı değişiklik gösterebilir. Bu sebeple miyomu çıkarmadan önce atılan özel dikiş yardımıyla kanamanın minimuma indirilmesi hedeflenir.</p>
Jinekomasti Cerrahisi
<p>Dış görünümün son yıllarda hayatın her alanında önem kazanması ile birlikte kadınlar kadar erkekler de estetik dokunuşlara ihtiyaç duyuyor. En sık tercih edilen işlemlerin başında ise jinekomasti cerrahisi geliyor. Erkeklerde estetik ve psikolojik sorunlara yol açabilen meme büyümesi, liposuction uygulamaları ve çeşitli cerrahi yöntemlerle kısa sürede tedavi edilebiliyor.</p> <h2><strong>Jinekomasti cerrahisi nedir?</strong></h2> <p>Erkeklerde meme dokusunun hormonal olarak ya da alınan gıdalar sebebiyle olması gerekenden fazla büyümesine “jinekomasti” adı verilir. Genelde östrojen fazlalığı ile ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle öncelikle endokrin muayenesi önerilmektedir. Tehlikeli bir durum değildir ancak meme hacmi arttığı için erkeklerde meme kanseri riskini az da olsa artırmaktadır. Öte yandan oldukça sık görülen bu büyüme genellikle iyi huylu olmaktadır. Ancak bu durum havuzda, denizde ya da dar kıyafet giyildiğinde estetik açıdan kötü bir görüntüye sebep olurken, diğer yandan da erkeklerde ciddi bir özgüven problemine yol açabilmektedir.</p> <h2><strong>Hangi durumlarda uygulanır?</strong></h2> <p>Erkeklerde kadın tipi meme büyümesi genellikle yapısal olarak gelişmektedir. Altta yatan bir sebep olmayabildiği gibi özellikle son zamanlarda hormonlu gıdaların yanı sıra tarım ilaçları gibi etkenler sebebiyle gençlerde jinekomastiye daha sık rastlanmaktadır. Bunun dışında nadiren kortizon, steroid kullanımı, aşırı alkol tüketimi ya da karaciğer hastalıkları gibi nedenler söz konusu olabilmektedir.</p> <p>Erkeklerde memenin fazla büyümesini ifade eden jinekomasti, kimi zaman ağrıya kimi zaman da ciddi psikolojik rahatsızlıklara yol açabilmektedir. Nedeni çoğu zaman tam olarak bilinmemekle birlikte; jinekomasti genellikle östrojen-androjen oranında bozulma gibi altta yatan hormonal bir dengesizlik sonucu ortaya çıkmaktadır. Bu durum hayatın belli dönemlerinde görülebilmekte ya da bazı hastalıklar da jinekomastiye yol açabilmektedir. Böbrek üstü bezi ile karaciğer hastalıkları, hipofiz tümörleri, tiroit rahatsızlıkları ile böbrek yetmezliği, bu tabloya neden olabilmektedir. Böbrek üstü bezleri, hipofiz ve testis tümörleri ile akciğer kanseri hastalıklarında da görülebilmektedir. Öte yandan bazı ilaçlar ve uyuşturucu maddeler de jinekomastinin ortaya çıkışında etkili olabilmektedir.</p> <h2><strong>Nasıl uygulanır?</strong></h2> <p>Öncelikle doğru teşhis ve uygun hastaların belirlenmesi bu cerrahinin gerçekleştirilmesi için çok önemlidir. Bu sorunun tanısında fiziki muayene tek başına yeterli olabilmektedir; fakat yeni oluşan olgularda, meme ağrısı veya hassasiyet halinde karaciğer, böbrek ve tiroid fonksiyon testleri, hormon seviyesi için birtakım kan tetkikleri, mamografi veya ultrasonografik inceleme gerekmektedir.</p> <p>Cerrahi ile fazla büyümüş meme dokusunun alınarak, göğse normal bir görünüm kazandırılması amaçlanmaktadır. Yapılan muayene ve tetkiklerin ardından jinekomastinin durumu ve evresine göre ameliyatın yöntemi ile tekniği belirlenir.</p> <p>Jinekomasti düzeltilmesi cerrahi olarak ya da liposuction ile yapılır. Genelde az ve orta seviyeli sarkıklıklar liposuction işleminden fayda görür. Yaklaşık yarım cm’lik küçük kesiler yapılır. Kanül ya da iğne benzeri cihazlarla içerideki yağ alınır. Ancak meme başının altındaki doku belli bir ölçünün üzerindeyse ya da ileri derece sarkıklık varsa cerrahi yapmak gerekebilir. Memenin altından 1-1.5 cm’lik bir kesi yapılır. O kesiden içerideki meme dokusu alınır. Meme dokusu çok büyükse meme başı etrafından deri çıkartarak tüm meme dokusu da alınabilir.</p> <p>Eğer meme içindeki yağ dokusu fazlaysa, genellikle liposuction işlemi yeterli olabilmektedir. Bu operasyonlarda az iz bırakması ve iyileşme süresinin kısa olması nedeniyle lazer liposuction daha çok tercih edilmektedir. Lazer liposuction ile yapılan işlemlerde yağ alımının ardından lazerle cilt tabanı ısıtılarak deride sıkılaşma etkisi yaratması sağlanmaktadır.</p> <p>Meme dokusunun yağ dokusuna göre ön planda olduğu durumlarda ise liposuciton tek başına yeterli gelmemektedir. Bu gibi durumlarda liposuctiona ek olarak meme başından küçük boyutta yarım dairelik bir kesi açılarak, meme dokusunun çıkarılması sağlanır. Bu şekildeki karma operasyonlarda da ameliyat izi çok az olmaktadır.</p> <p>Bazı jinekomasti vakalarında ise hem deri fazlalığı çok belirgin olur, hem de bu kişilerin meme boyutları neredeyse kadın memesine yakın büyüklükte olabilmektedir. Bu gibi durumlarda açık ameliyat uygulanılması gerekmektedir. Operasyonun sonucunda ise kadınlardaki meme küçültme ameliyatında olduğu gibi lolipop ya da ters T şeklinde iz kalabilmektedir.</p> <p>Jinekomasti ameliyatları genel anestezi altında yapılır. Ortalama bir saat süren ameliyatın sonrasında hastalar ya aynı gün ya da bir gün sonra taburcu edilmektedir. Liposuction ya da küçük kesiyle yapılan operasyonlarda genellikle dren takılmazken, açık ameliyatlarda takılır. Ameliyat sonrasında hafif düzeyde yaşanan ağrılar ise ağrı kesicilerle ortadan kaldırılırken, beşinci günün sonunda hastanın banyo yapmasına müsaade edilmektedir.</p> <h2><strong>Avantajları nelerdir?</strong></h2> <p>Bu işlem ile birlikte rahatsız edici meme görünümü de ortadan kalkar. Daha estetik göğüs hatları ortaya çıkar ve altta çalıştırılan göğüs kasları belirgin hale gelir. Jinekomasti nedeniyle özgüven kaybı yaşamış olan erkekler bu operasyon sonrasında kendilerini çok daha iyi hissederler. Bu durum iş ve sosyal yaşamlarına da olumlu yansımalar yapmaktadır. </p> <h2><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) ameliyatı için sık sorulan sorular </strong></h2> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) ameliyatı için kimler aday olabilir?</strong></p> <p>Mevcut sarkıklıkları fazla olan ya da meme dokusu çok büyük olan tüm erkekler aday olarak gösterilebilir.</p> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) ameliyatı için gerekli olan kriterler nelerdir?</strong></p> <p>Meme başı sarkıklığının belli bir ölçünün altına inmesi bir kriterdir. Hacim olarak 50-100 cc arası olması gereken meme dokusunun 200-300 cc’lere ulaşması jinekomasti estetiği için yeterli bir kriterdir.</p> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) yaş sınırı var mı?</strong></p> <p>Yasal olarak 18 yaş sınırı bulunmaktadır. Herhangi bir üst yaş sınırı bulunmamaktadır.</p> <p><strong>Ergenlik döneminde görülen jinekomasti tedavi edilmeli mi?</strong></p> <p>Ergenlikte görülen jinekomasti, genellikle geçici olmaktadır ve hastaların yaklaşık yüzde 90’ında üç yıl içinde kendiliğinden düzelme görülmektedir. Bu şartlarda düzenli takip yeterli gelebilmektedir. Erişkinlikte ise öncelikle altta yatan sebep varsa bunun düzeltilmesi gerekir. Bir neden olmadığında ya da mevcut sorun giderilmesine rağmen hastanın durumunda düzelme görülmezse, cerrahi tedavi planlanmaktadır.</p> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) ameliyatı öncesi neler yapılmalı?</strong></p> <p>Jinekomasti ileri derece değilse spor veya diyet ile fayda görülebilir. Bu nedenle hastalar öncelikle egzersize ve diyete yönlendirilir. Hastaların ameliyat öncesi gıda takviyeleri ve kanı sulandırabilecek kırmızı meyvelerden kaçınması önerilir. Sigara yara iyileşmesini bozan bir faktördür. Sigara kullanımının ameliyattan 1 hafta önce bırakılması ve ameliyat sonrası 1 haftaya kadar içilmemesi başarıyı artıracaktır.</p> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) ağrılı mıdır?</strong></p> <p>Ciddi bir ağrı hissedilmese de cerrahi yapılıyorsa hafif ağrılar olabilecektir. Liposuction yapılacak ise zaten bölgenin altı ağrı kesici ile doldurulduğundan ağrı hissedilmez.</p> <p><strong>Cerrahi sonrasında nelere dikkat edilmelidir?</strong></p> <p>Cerrahi sonrası hasta aynı gün ya da ertesinde taburcu edilmektedir. Çoğu hastada iyileşme süreci yaşam kalitesini etkilemediği gibi, ağrı da yaşanmamaktadır. Kişi, jinekomastinin büyüklüğüne göre hasta kısa bir süre sonra normal yaşamına dönebilmektedir.</p> <p><strong>Ameliyat sonrası korse takılmalı mı?</strong></p> <p>Jinekomasti operasyonunun ardından hastaların 2-3 hafta süresince korse takması gerekmektedir. Kesin sonuç 6- 12 ay arasında alınır. Ameliyat sonrasında ise çok ciddi bir kilo değişimi olmadığı sürece operasyonun sonucu kalıcı olurken, meme ucunda da herhangi bir his kaybı oluşmamaktadır.</p> <p><strong>Egzersiz düzenime ne zaman dönülebilir?</strong></p> <p>İlk hafta mümkün olduğunca dinlenilmeli ve üst beden hareketleri aza indirgenmelidir. Ağırlık kaldırma, yorucu işler ve güç gerektiren egzersizlerin ertelenmesi, dolaşımı artırmak için yürüyüş yapılması ve mümkün olduğunca araba kullanmamaya çalışılması gerekmektedir. Birinci aydan sonra bazı ağır aktivite ve egzersizleri yapmak mümkün olmaktadır.</p> <p><strong>Meme büyümesi ameliyat sonrası tekrar eder mi?</strong></p> <p>Tedavi sonrası jinekomastinin tekrarlaması beklenmez; ancak hastaların kilo alması halinde yağ dokusu oluşabilir. Bu nedenle kilo kontrolü önemlidir.</p> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) dezavantajları nelerdir?</strong></p> <p>Bu işlem sonuçta cerrahi bir operasyondur. Az da olsa kanama, morarma gibi riskleri olabilir. Çok fazla meme dokusu alınırsa meme başı altında çökmeler olabilir. Bu nedenle operasyonun konusunda uzman doktorlar tarafından tam donanımlı ve güvenilir merkezlerde yaptırılması önemlidir.</p> <p><strong>Erkeklerde meme estetiği (jinekomasti) güvenli midir?</strong></p> <p>Kas üzeri ameliyatı eğer düzgün seviyede yapılırsa ve kas altına inilmezse güvenli bir operasyondur. Kasın altına inildiğinde ise düşük de olsa pektoral kasa, göğüs kafesine, kemiklere ya da akciğere zarar verme ihtimali vardır. Bu nedenle donanımlı merkezlerde uzman kişiler tarafından yapılması önemlidir.</p>
Laparoskopik Cerrahi
<p>Gelişen teknolojiyle birlikte artık cerrahi operasyonların önemli bir bölümü laparoskopi yani kapalı teknikle yapılabiliyor. Bu ameliyatlar büyük kesi olmadan, uygun vakalarda hatta pankreas kanseri cerrahisi gibi çok zor ameliyatlarda bile başarılı sonuçlar veriyor. Hastanede kalış süresini kısaltması, hastaların daha kısa sürede günlük aktivitelerine dönebilmesine olanak sağlıyor. Memorial Şişli Hastanesi Gastroenteroloji Cerrahisi Bölümü Uzmanları laparoskopik cerrahi hakkında bilgi verdi.</p> <p>[doctor-box]1005514[/doctor-box]</p> <h2><strong>Laparoskopik cerrahi nedir?</strong></h2> <p>Genellikle göbek deliğinden ucunda kamera bulunan ince bir aletin karın içine sokularak karın içindeki organların görüntülenmesi ve ameliyat yapması işlemine laparoskopik cerrahi denmektedir. Laparoskopik cerrahide karnın farklı yerlerine 0.5 veya 1 cm genişliğinde aletler yerleştirilmektedir ve cerrahi bu aletler ile yapılmaktadır. </p> <h2><strong>Laparoskopik cerrahi hangi hastalıklarda uygulanır?</strong></h2> <p>Laparoskopik cerrahi karın içi ameliyatlarının tamamında kullanılabilmektedir. Örneğin apandisit ve safra kesesinin alınması, <s>,</s> karın bölgesindeki tümörlerin çıkarılması, mide ve bağırsaklarla ilgili hastalıklarda, obezite cerrahisinde, karın ya da kasık bölgesindeki fıtıkların tedavisinde, karaciğer, kolon gibi organların kısmen ya da tamamen çıkarılmasında rahatlıkla uygulanabilmektedir.</p> <p>Laparoskopik cerrahi karın içi ameliyatlarının tamamında kullanılabilmektedir örneğin apandisit ve safra kesesinin alınması, karın bölgesindeki tümörlerin çıkarılması, mide ve bağırsaklarla ilgili hastalıklarda, obezite cerrahisinde, karın ve kasık bölgesindeki fıtıkların tedavisinde, karaciğer ve kolon gibi organların kısmen ya da tamamen çıkarılmasında rahatlıkla uygulanabilmektedir.</p> <h2><strong>Laparoskopik cerrahi nasıl yapılır?</strong></h2> <p>Hastalar öncelikle genel anestezi ile uyutulur. Bir sonraki aşamada hastanın göbek deliğinden içeriye sokulan bir iğne ile karın boşluğu, CO2 (karbondioksit) gazı ile şişirilir. Böylece karın içi organlar daha net görülür ve ameliyat bölgesinde gerekli çalışma alanı oluşturulur. Sonrasında karın içine yerleştirilen kamera sayesinde karın içi aydınlatılır. Bu kamera karın içindeki tüm görüntüleri ekrana aktarır. Bu sayede hastalık ve mevcut sorunlar doğrudan, rahat biçimde görülebilir. Ameliyatta karnın farklı bölgelerinden delikler açılır. Bu deliklerden içeri yardımcı aletler yerleştirilir ve laparoskopik cerrahi gerçekleştirilir. Laparoskopik cerrahi kansız ve bıçaksız ameliyat olarak da bilinir.</p> <p>Hızla gelişen teknolojiyle birlikte laparoskopi cihazları oldukça gelişmiş, gerek ışık kaynağı gerekse görüntüleme sistemi olarak tüm cihazlar minimum boyutlara getirilip tek bir boru içine konulmuştur. Önceden tanı amaçlı kullanılan bu teknik artık cerrahi olarak da kullanılmaktadır. Önceleri safra kesesi ameliyatında kullanılan laparoskopik cerrahi tekniği geliştirilerek karın içindeki tüm ameliyatların laparoskopik olarak yapılabilmesi sağlanmıştır. Günümüzde neredeyse tüm organların ameliyatları laparoskopik yapılabilir olmuştur.</p> <h2><strong>Laparoskopik cerrahi hakkında sık sorulan sorular</strong></h2> <p><strong>Laparoskopik cerrahide kaç delik açılır?</strong></p> <p>Laparoskopik cerrahi<s> </s>ameliyat edilecek organ karın içine yerleştirilen kamera ile çıplak göze göre 20 kat daha büyük ve ayrıntılı görünür. Ameliyatın türüne göre giriş deliklerinin sayısı ve kesi yeri genişliği değişebilir. Hatta tek kesi ile bile bu ameliyatların bir kısmı yapılabilir. Kesi yeri genişliği ise 0.5-1 cm arasındadır. Böylece yara daha hızlı iyileşir, ameliyat sonrası günlük hayata daha hızlı dönülür. <br /> <br /> <strong>Laparoskopik cerrahide yaş sınırı var mı?</strong></p> <p>Minimal invaziv cerrahi de denilen bu ameliyatlar için herhangi bir yaş sınırı yoktur; karın içinde gerçekleştirilen ameliyatların tamama yakını bu yöntem ile gerçekleştirilebilir.</p> <p><strong>Laparoskopik cerrahi işlemi riskli midir?</strong></p> <p>İşlemin belirleyicisi, uygulamayı gerçekleştiren cerrahın laparoskopik cerrahi tecrübesi ve uygulanan merkezin uygun donanıma sahip olmasıdır. Gerçekte tecrübeli ellerde ve donanımlı merkezlerde bu ameliyatların karın açılarak yapılan ameliyatlardan (açık ameliyatlar) eksik veya yetersiz tarafları olmadığı gibi çok daha üstün avantajları mevcuttur.</p> <p><strong>Laparoskopik cerrahide anestezi olarak ne uygulanır?</strong></p> <p>Laparoskopik cerrahi genel anestezi ile yapılmaktadır.</p> <p><strong>Laparoskopik cerrahiyi kim yapar?</strong></p> <p>Bu ameliyatlar özel zaman ayrılması gereken, başta cerrah olmak üzere tüm ameliyathane ekibinin ek eğitimler alması ve donanım anlamında farklı aletlerin de ameliyathanede bulundurulması gereken ameliyatlardır.</p> <p><strong>Laparoskopik cerrahinin hasta açısından yararları nelerdir?</strong></p> <p>Laparoskopik cerrahi sonrası hastalar daha az ağrı hisseder ve daha erken hareket etmeye başlar. İş veya okula dönüş daha hızlı olur. Ameliyat yeri izi açısından daha avantajlı olan laparoskopik cerrahi ile ameliyat yeri fıtıklarının da önüne geçilebilir. Hastaların ameliyat olmadan önce bu ameliyatın laparoskopik olarak yapılmasının avantajları ve varsa dezavatajlarını cerrahları ile tartışmaları en doğru yoldur.</p> <p><strong>Laparoskopik cerrahi komplikasyonları nelerdir?</strong></p> <p>Laparoskopik cerrahiyi uygulayan cerrahların bu yöntemle ilgili tüm komplikasyonları ve komplikasyon yönetimini bilmeleri gerekir. Nadir de olsa karın boşluğuna yerleştirilen laparoskopik cerrahi aletleri ile çalışırken ameliyat edilen organın çevresindeki başka organlarda bazı hasarlara yol açılabilir. Son derece nadir görülen majör ve minör damar yaralanmaları, mide-bağırsak yaralanmaları, mesane yaralanmaları meydana gelebilir. Diğer komplikasyonlardan biri de fıtık gelişimidir; fıtık, şeker hastalığı olan ve şişman kişilerde daha fazla risk olabilmektedir. Ancak bu komplikasyon açık cerrahiye oranla daha düşüktür. Laparoskopik cerrahiyi yapan cerrahlar bu işlemin nasıl doğru yapılacağını, kriz yönetimini bilmekte ve önlemlerini buna uygun şekilde almaktadır.</p> <p><strong>Laparoskopik cerrahi sonrası bakım nasıl olmalıdır?</strong></p> <p>Hastaların merak ettiği konulardan biri de laparoskopik cerrahi sonrasında ne yapılması gerektiğidir. Genel anestezinin etkisi ameliyattan 3-4 saat sonrasında geçmektedir. Laparoskopik cerrahide karın içi karbondioksit gazı ile şişirilmektedir. Bazen bu gazın bir kısmı karın içinde kalabilmektedir. Bu gaza bağlı olarak hasta ayağa ilk kalktığında omuzlarında ağrı hissedebilir. Omuz ve ameliyat yeri ağrısı için hastalar ağrı kesici kullanmaktadır. Laparoskopik cerrahide gizli dikiş kullanılır ve bu dikişler kendiliğinden erirler. Bu nedenle hastanın yara bakımı için bir şey yapmasına gerek yoktur. Dikişler kaşınmaya başlarsa bu iyileşmenin göstergesidir. Kesi yerlerinde morarma olabilir ve bu kendiliğinden geçer. Kesi yerleri 1-2 ay içinde fark edilmeyecek duruma gelebilir. Eğer kesi yerlerinde kanama, akıntı geliyorsa doktorla irtibata geçilmelidir. Ameliyat sonrasında ilk 6 saat içinde sıvı gıdalar alınır. Eğer bulantı veya kusma durumu olmazsa katı gıdalara geçilebilir. Eğer karında bir şişlik ya da bulantı-kusma olursa doktora bilgi verilmelidir. Ameliyattan sonraki 48 saat içinde duş alınabilir. Ancak banyoda kese yapılmamalı, ameliyat noktaları kurcalanmamalıdır. Duşta suyun ve sabunun baştan aşağıya akması yeterlidir. Eğer ameliyat sonrasında şişkinlik, gaz ya da gaita çıkaramama, idrar yapamama durumları meydana gelirse yine doktora haber verilmelidir.</p> <p><strong>Laparsokopik cerrahi sonrası beslenme nasıl olmalıdır?</strong></p> <p>Ameliyatın türüne göre ortalama 6<s> </s>saat içinde oral yoldan vücuda sıvı alınabilmektedir.<strong> </strong>Eğer bulantı veya kusma olmazsa katı gıdalara geçiş olabilmektedir. Ancak obezite cerrahisinde ve farklı cerrahilerde beslenme düzeni net olarak doktor ve diyetisyen tarafından belirlenmelidir.</p>
Prostat Füzyon Biyopsi
<p>Erkeklerde en sık görülen prostat kanserinde doğru tanı koymanın tek yolu hastaya biyopsi yapmaktır. Fakat diğer organlarda her zaman çekilen bölümlerde şüphelenilen alanlar vardır ve o alanlardan bir parça alınabilmektedir. Prostatta ise diğer organlar gibi görüntü almak çok zordur. İkinci önemli nokta ise pratik olarak prostat biyopsisinin ultrason altında yapabilmesidir. MR veya tomografi altında yapmak çok zor olabilmektedir, MR altında biyopsi yapıldığı zaman sadece belirli noktadan biyopsi alınabilmektedir. Klasik prostat biyopsisi artık yerini teknolojinin en üst seviye çıktığı füzyon biyopsiye bırakmaya başlamıştır. Klasik biyopsi yapılan hastadaki agresif kanserler atlanabilirken füzyon biyopsi ile hastadaki agresif kanserler belirlenerek doğru tedavi yapılabilmektedir. Özellikle agresif prostat kanserini atlamadan belirleyen füzyon prostat biyopsisi şu an ülkemizde başta Memorial Hastaneleri olmak üzere sayılı noktalarda yapılmaktadır. Hastalara prostat biyopsisi öncesi multiparametrik prostat MR’ı çekilmektedir. MR’daki görüntülerden prostat kanseri açısından şüpheli alanlar belirlenerek MR görüntüleri üzerinde işaretlenir. İkinci aşamada hasta uyutularak hastanın makatına ultrason probu yerleştirilir. Eski tipten farklı olarak yeni tip bu cihazlar ultrason görüntüleri ile MR görüntülerini üst üste getirmektedir. Normalde ultrason ile seçilemeyen prostat kanseri alanları bu sayede görünür hale gelmektedir. Prostat biyopsisi “rastgele değil” özellikle prostat kanseri açısından riskli alanlardan alınmaktadır. Bu yöntemde başta agresif seyirli (hızlı ilerleyen) kanser olmak üzere tüm prostat kanserleri daha yüksek oranda belirlenebilmektedir.</p> <p> </p> <p><strong>PROSTAT BİYOPSİSİ NEDİR?</strong></p> <p>Prostat biyopsisi, prostattan özel bir iğne ile bir parça alma işlemidir. Her ne kadar günümüzde teknoloji çok ileri noktalara gelse de; prostat kanseri tanısı halen prostat biyopsisi ile konulmaktadır. Biyopsi ile alınan prostat dokusu özel boyalarla işlem gördükten sonra mikroskop altında incelenir. Bunun sonucunda patoloji uzmanı, hastanın prostat kanseri olup olmadığını üroloji uzmanına rapor eder.</p> <p><strong>PROSTAT BİYOPSİSİ ÇEŞİTLERİ NELERDİR?</strong></p> <p>Günümüzde prostat biyopsisi mutlaka öncesinde prostat MR’ı çekilerek, MR’da saptanan şüpheli alanlara yönelik yapılmaktadır. Prostat biyopsisi günümüzde 2 ana gruba ayrılmaktadır. Bunlar klasik prostat biyopsisi ve füzyon prostat biyopsisidir.</p> <p><strong>Klasik prostat biyopsisi (eski tip):</strong></p> <p>Bu tip prostat biyopsisi ülkemizde irili ufaklı hemen her hastanede, genellikle üroloji uzmanı tarafından yapılan bir biyopsi çeşididir. Bu prostat biyopsi tekniğinde “sadece transrektal ultrasonografi” kullanılır (hastaya prostat biyopsisi öncesi MR incelemesi yapılmaz). Üroloji uzmanı, hastanın makatına ultrason probunu yerleştirir; ultrason cihazı prostat içinde kanser şüphesi taşıyan alanları göremez; sadece prostatın önü, arkası neresi; prostatın periferik zonu (kabuk kısmı) neresi onu gösterir. Üroloji uzmanı klasik prostat biyopsisi yaparken prostatın çeşitli yerlerinden “RASTGELE” genellikle toplam 12 parça alarak inceleme yapmaktadır.</p> <p><strong>Füzyon prostat biyopsisi (yeni tip): </strong></p> <p>Özellikle agresif prostat kanserini atlamadan belirleyen füzyon prostat biyopsisi şu an ülkemizde başta Memorial Hastaneleri olmak üzere sayılı noktalarda yapılmaktadır. Hastalara prostat biyopsisi öncesi multiparametrik prostat MR’ı çekilmektedir. MR’daki görüntülerden prostat kanseri açısından şüpheli alanlar belirlenerek MR görüntüleri üzerinde işaretlenir. İkinci aşamada hasta uyutularak hastanın makatına ultrason probu yerleştirilir. Eski tipten farklı olarak yeni tip bu cihazlar ultrason görüntüleri ile MR görüntülerini üst üste getirmektedir. Normalde ultrason ile seçilemeyen prostat kanseri alanları bu sayede görünür hale gelmektedir. Prostat biyopsisi “rastgele değil” özellikle prostat kanseri açısından riskli alanlardan alınmaktadır. Bu yöntemde başta agresif seyirli (hızlı ilerleyen) kanser olmak üzere tüm prostat kanserleri daha yüksek oranda belirlenebilmektedir.</p> <p><strong>FÜZYON PROSTAT BİYOPSİ NASIL UYGULANIR?</strong></p> <p>Memorial Hastaneleri’nde prostat biyopsisi girişimsel radyoloji uzmanı tarafından yapılmaktadır. Hastanın prostat biyopsisi sırasında herhangi bir ağrı hissetmemesi ve işlem sırasında hareket etmemesi için prostat biyopsisini sedasyon altında yapılmaktadır.</p> <p>Prostat biyopsisi öncesi mutlaka hastanın prostatını multiparametrik MR yaparak inceleniyor. Prostat MR’ları konusunda üst düzey tecrübeye sahip, kendini bu konuda geliştirmiş olan radyoloji uzmanımız; MR görüntüleri üzerinde kanser açısından şüpheli alanları işaretledikten sonra; işaretlenmiş bu görüntüler prostat biyopsi cihazımızın sistemine yüklenmektedir.</p> <p>Prostat biyopsisi 2 yolla yapılır.</p> <p>Her iki yolla da makattan kalın bağırsağa bir ultrason probu sokulur ve prostat sınırları belirlenir. Eğer prostat parçası alacağımız iğneyi makattan sokup; kalın bağırsağı delerek prostattan parça alınırsa buna “transrektal prostat biyopsisi” denir. İğne kalın bağırsağı delip prostata ulaştığı için bu tip prostat biyopsisi sonrası hastalarda nadir de olsa enfeksiyon gelişme riski vardır.</p> <p><strong>1-Transrektal prostat biyopsi:</strong> Bu yöntemde genellikle hasta sola dönük yan yatar şekilde dizler karına doğru çekili pozisyonunda yapılır. Numune alınmadan önce prostat bezinin çevresine bir lokal anestetik madde enjekte edilebilir. Transrektal ultrason genellikle iğneyi doğru noktaya yönlendirmek için kullanılır. İğne hızlıca prostat bezine girer ve bir doku örneğini çıkarır. Prostatın farklı bölgelerinden ortalama 10-12 örnek alınır. Transrektal prostat biyopsi yaklaşık 20-30 dakika sürer.</p> <p><strong>2- Perine yoluyla (transperineal biyopsi): </strong>Transperineal biyopsi, transrektal biyopsi kadar sık kullanılmaz. Dizlerinin bükülmüş halde yan tarafa ya da sırt üstü yatarak yapılır. Genel veya lokal anestezi altında yapılabilir. Biyopsi alanındaki cildiniz steril bir solüsyon ile temizlenir. Çevresi steril bir bezle kaplıdır. Transrektal ultrason genellikle iğneyi doğru noktaya yönlendirmek için kullanılır. Doktorunuz prostat bezini tutmak için rektuma parmağını yerleştirir. Ardından iğne perineden prostat bezine sokulur. Bir doku örneği toplamak için, iğne yavaşça döndürülür ve dışarı çekilir. Biyopsi genellikle yaklaşık 30 dakika sürer.</p> <p><strong>FÜZYON PROSTAT BİYOPSİ HAKKINDA SIK SORULAN SORULAR </strong></p> <p><strong>Füzyon prostat biyopsisinin avantajları nelerdir?</strong></p> <p>Klasik prostat biyopsisi yapılan hastaya prostat biyopsi öncesi MR çekilmez. Füzyon prostat biyopsisi yaptıran hastaya ise prostat biyopsi öncesi multiparametrik prostat MR’ı çekilir.</p> <p>Klasik biyopside genellikle hasta uyutulmadan lokal anestezi yapılır. Füzyon biyopsi genellikle hasta uyutularak anestezi altında yapılmaktadır.</p> <p>Klasik biyopside hasta genellikle ağrı hissetmektedir. Füzyon biyopsi de ise hasta ağrı hissetmemektedir.</p> <p>Klasik biyopsi yapılan hastalarda özellikle hızlı yayılan agresif prostat kanserleri gözden kaçmaktadır. Füzyon biyopsi yapılan hastalarda ise hızlı yayılan agresif prostat kanserleri atlama olasılığı 5-6 kat azalır.</p> <p>Klasik prostat biyopsisi yapılan hastalara yanlış tedavi planlaması yapılma ihtimali bulunmaktadır. Füzyon biyopsi yapılan hastalara ise doğru teşhis konulduğu için doğru tedavi planlaması yapılabilmektedir.</p> <p>Prostat biyopsisi ne zaman yapılmalıdır?</p> <p>Erkeklerde en sık görülen kanser, prostat kanseridir. Prostat kanseri riski en yüksek olan erkeklere prostat kanseri tanısı koymanın tek yolu prostat biyopsisi yapmaktır. Prostat kanseri riski taşıyan erkekleri şöyle sıralayabiliriz;</p> <ul> <li>Yüksek total PSA‘sı olanlar</li> <li>Parmakla muayenede şüpheli prostat bulguları olanlar</li> <li>Multiparametrik prostat MR’ında prostat içinde PI-RADS 4 ve Pı-RADS 5 alanları olanlar</li> <li>Genetik testlerde prostat kanseri riski yüksek olanlar</li> </ul> <p><strong>Prostat biyopsisi öncesi hazırlık nasıl yapılır?</strong></p> <p>Prostat biyopsisi girişimsel bir işlem olduğu için biyopsi öncesi şu hazırlıkların yapılması gerekir.</p> <p>İdrar kültürü: Prostat biyopsisinden 3 gün öncesinde idrar kültürü yapıp; hastanın idrar yolunda enfeksiyonun olmadığı kanıtlanmalıdır.</p> <p>Antibiyotik tedavisi: Genellikle prostat biyopsisi makat aracılığı ile (transrektal) yapıldığı için ve prostat biyopsisinden bir gün öncesinde antibiyotik başlamak gerekir. Memorial hastane grubu protokolleri gereği, prostat biyopsisi yapıldıktan sonra 3 gün antibiyotik tedavisi verilmektedir.</p> <p>Bağırsak temizliği: Prostat biyopsisi genellikle makat aracılığı ile (transrektal) yapıldığı için işlemden önce bağırsakların temiz olması gerekmektedir. Bu nedenle prostat biyopsisi yapılacak sabah ve işlemden bir saat öncesi olmak üzere hastaya 2 kez lavman yapılmasını gerekmektedir.</p> <p>Kan sulandırıcı ilaçların kesilmesi: Prostat son derece iyi kanlanan bir organdır. Prostat biyopsisi sonrası makattan veya idrarda ciddi kanamalar olmaması için kan sulandırıcı ilaçlar biyopsiden bir hafta öncesinde kesilmelidir. Gereken hastalara kısa etkili kan sulandırıcı iğneler önerilmelidir.</p> <p>Prostat biyopsisi lokal anestezi veya genel anestezi (sedasyon) altında yapılabilir. Prostat biyopsisi sedasyon altında yapılacaksa, hastanın biyopsiden 6 saat öncesinde yemek yenmemesi ve sıvı almaması gerekmektedir.</p> <p><strong>Prostat biyopsisindeki riskler nelerdir?</strong></p> <p>Prostat biyopsisi yapıldıktan sonra yaklaşık 6 saat boyunca istirahat etmeniz gerekmektedir.</p> <p>Pelvik bölgede (makat civarında) hafif ağrı olabilir ve idrarda kanama 5 gün sürebilir.</p> <p>Prostat biyopsisi sonrası yaklaşık 6 hafta sperm renginiz koyu olabilir (menide kan görülebilir)</p> <p>Transrektal biyopsi yapmışsanız, biyopside 2 ile 3 gün sonra makattan az miktarda kanama olabilir.</p> <p>Prostat enfeksiyonu (akut prostatit) olabilir. Biyopsi işleminden sonra üşüme, titreme, ateş yüksekliği gibi belirtileri vardır. Önlemek amacıyla özellikle testten önce antibiyotik tedavisi almak enfeksiyonu önler.</p> <p>Biyopsiden sonra; ağır kanama, giderek artan bir ağrı, ateşiniz olması ya da 8 saatten fazla idrar yapamazsanız mutlaka hastanenize başvurmanız gerekmektedir.</p> <p>Standart ultrasonografı cihazlarıyla yapılan klasik biyopsilerin farkı nedir?</p> <p>Standart prostat biyopsisinde prostat periferik zonu 12 bölgeye ayrılır ve her bölgeden rastgele bir parça alınır. Ultrason cihazı, normal prostat dokusundan kanserli dokuyu ayıramamaktadır, bu nedenle biyopsi için şüpheli alanlar hedef alınamamaktadır. Bu yöntemde, prostattan farklı alanlardan rastgele örnek alınarak eğer bir tümör mevcutsa, alınan örneklerden birinde tümörlü doku ile karşılaşacağımızı umarak, dağınık “kör” bir yaklaşım kullanıyoruz. Bu rastgele biyopsiler, hızlı ilerleme potansiyeline sahip kanserleri bazen yakalayamamakta veya hasta hayatını tehdit etmeyecek bir kanser gereksiz bir şekilde yakalanabilmektedir. Bunun sonucu olarak hastaların yaklaşık yarısına yanlış tedavi önerisinde bulunulmaktadır.</p> <p> </p> <p><strong>Prostat kanseri taramasında yeniliklernelerdir? MR füzyon biyopsisi nedir?</strong></p> <p>Son yıllarda prostat kanseri tespit edilmesinde “Multiparametrik prostat MR” çekilmesi ve “MR-füzyon biyopsi tekniği” gündeme gelmiştir. Neden mi? Çünkü elimizde olan klasik görüntüleme yöntemleri (ultrason) ile biyopsi sırasında prostat kanseri olabilecek noktalar anlaşılamayabilmektedir. Yeni nesil MR cihazları kullanılarak prostat farklı MR teknikleri ile (multiparametrik MRI) incelenmektedir. Bu görüntüler bu konudaki deneyimli radyologlar tarafından incelenir ve prostat kanseri açısından şüpheli alanlar incelenir. Multiparametrik MRI özellikle 0.5 cc üzerinde olan ve agresifliği yüksek kanserleri büyük bir doğruluk oranı ile bize göstermektedir.</p> <p>Peki sadece MR’ın gösterdiği noktalardan biyopsi almak yeterli midir? Yapılan çalışmalar sadece MR’ın gösterdiği noktalardan biyopsi alındığında %10 oranında prostat kanserinin atlanacağını bize göstermiştir. Bu yüzden günümüzde sistematik prostat biyopsisine ek alarak MR’ın gösterdiği alanlardan biyopsi almak gerekir. Yapılan çalışmalar, MR’ın prostat kanserli alanları gerçeğinden daha ufak gösterdiğini kanıtlamıştır. Bu nedenle MR’ın işaret ettiği noktalardan en az 4 adet prostat biyopsisi almak gerekir.</p> <p><strong>MR’ın işaret ettiği noktalardan nasıl biyopsi alınabilir?</strong></p> <p>3 tip MR Füzyon biyopsi tekniği vardır.</p> <p>MR altında biyopsi: MR’ın işaret ettiği noktadan büyük bir doğrulukla biyopsi alınabilmektedir. Sadece MR’ın işaret ettiği noktalardan değil, sistematik prostat biyopsisi de yapmak gerekir. MR altında sistematik prostat biyopsi yapılması son derece zaman alıcı ve pahalı bir işlemdir. Bu dezavantajları nedeniyle dünya genelinde uygulaması %5 civarındadır.</p> <p>Kognitif MR biyopsi: MR’ın işaret ettiği yerleri prostat biyopsisini yapacak uzman akılda tutarak biyopsileri o noktalardan alır. özellikle küçük boyutta şüpheli alan varsa, birden çok noktada şüpheli alan varsa kognitif biyopsi yetersiz kalabilmesi en önemli devavantajıdır.</p> <p>Yazılım yardımlı MR Ultrason Füzyon biyopsi: Biyopsi ortamında hastanın prostatı ultrason ile incelenir. Prostatın ultrason görüntüsü ile çekilmiş olan MR’daki prostat görüntüleri bir yazılım aracılığıyla üst üste getirilerek birleştirilir. Ultrason probu prostat etrafında hareket ettirdiğimizde, füzyon yazılımı üst üste binmiş MR görüntüsünü buna göre kaydırır ve ayrıntılı bir 3 boyutlu ultrasonografi/MR görüntüsü sağlar. Bu birleştirilmiş görüntüde biyopsi iğnelerini tam olarak örnek almak istediğimiz alana (şüpheli lezyona) yönlendirilebilir. Bu yöntem sanki yol tarifi olmadan araba sürmek yerine hedefinize ulaşmak için GPS kullanmak gibidir.</p>