Memorial Hastanesi Nöroloji Bölümü Uzmanları, uyku bozuklukları hakkında bilgi verdi.
Erişkin bir insan ortalama olarak günde 7-8 saat uyuduğuna göre, ömrümüzün üçte biri uykuda geçmektedir. Bundan da anlaşılabileceği üzere uyku, organizma için yemek, su, nefes alma gibi vazgeçilmez bir ihtiyaçtır ve çok önemli işlevleri vardır. Uyumadan yaşamak mümkün değildir. Dolayısıyla yeterli miktarda ve kaliteli bir uykumuzun olması, hem sağlığımızı korumamız hem de gün içinde işlevlerimizi yerine getirebilmemiz için vazgeçilmez bir zorunluluktur. Ancak ne yazık ki yakın zamana kadar uykuya gereken önem verilmemiş; uykunun gün içi aktiviteler ve harcanan enerji nedeniyle vücudun yorulması, geceleri de ışık, gürültü gibi dış uyaranların ortadan kalkması sonucunda başlayan ve sadece vücudu dinlendirmeye yönelik pasif bir süreç olduğu düşünülmüştür. Teknolojinin gelişmesi, uyku laboratuarlarının sayısının artması ve uykuyla ilişkili araştırmaların yaygınlaşmasıyla birlikte, son 50 yılda uykunun biyolojik mekanizmaları, yapısı, işlevleri, hastalıkları ve bu hastalıkların tedavisi hakkında önemli bilgiler elde edilmiştir ve şimdiye kadar beynin “karanlıkta” kalmış bu önemli işlevi hakkındaki bilgilerimiz her geçen gün hızla artmaktadır. Bugün için 85 ayrı uyku bozukluğu veya uykuyla ilişkili hastalık tanımlanmış durumdadır.
Ne yazık ki hala gerek Türkiye’de gerek diğer ülkelerde ne halk ne de hekimlerin önemli bir bölümü, uykuyla ilişkili rahatsızlıklar hakkında yeterli bilgiye sahiptir. Oysa bu rahatsızlıkların bir kısmı, sadece uykumuzun kalitesini ve süresini olumsuz yönde etkileyerek gün içi performansımızı düşürmekle kalmaz, daha da önemlisi hayatımızı tehdit edecek boyutta çok önemli komplikasyonlara neden olur. Hastalar uyku sırasında olup bitenlerin farkında olmadıkları için, yakınlarının gözlemleri de çok önemlidir. Bu yüzden uykuyla ilgili sorunlar ihmal edilmemeli, konuyla ilgili merkezlerde (uyku laboratuarlarında) konunun uzmanlarınca değerlendirilmeli, gerekirse tüm gece uyku incelemeleri yapılarak tedavileri sağlanmalıdır.
Son yıllarda uyku ile ilgilenen hekimlerin ve uyku laboratuarlarının sayısı hızla artmaktadır. Ülkemizde de artık birçok ilde üniversite hastaneleri, eğitim veren devlet hastaneleri ve özel sağlık kuruluşları bünyesinde yer alan ve sayıları 100’ü aşmış uyku merkezleri (laboratuarları) kurulmuş ya da kurulma aşamasındadır.
Burada uyku hakkında birkaç önemli temel bilgi ile, en sık rastlanan ya da önemli sağlık sorunlarına yol açabilen uyku hastalıklarına bazı örnekler verilecektir.
Uyku gerçekten pasif ve tekdüze bir süreç mi?
Uykuyla ilgili çalışmalar, uykunun zannedildiği gibi yorgunluk sonucu başlayan pasif bir süreç değil, vücudun biyolojik saatinin (ritminin) düzenleyici rol oynadığı, birçok uyku getirici biyokimyasal maddenin ve hormonun salınması, bu sırada beyindeki özel merkezlerin bir sıra ve düzen içinde etkin hale gelmesi sayesinde başlayıp sürdürülen aktif bir işlev olduğunu göstermiştir.
Organizmadaki bazı vücut işlevlerinin (bu arada uykunun) 24 saat içindeki düzeni ve dağılımı (ritmi), biyolojik saatimiz tarafından düzenlenmektedir. Uyku getirici veya tersine uyanıklığı arttıran maddelerin veya hormonların hangi saatlerde salgılanacağı buna bağlıdır. Biyolojik saatimize yol gösteren etmenlerin en önemlilerinden biri “ışık”tır. Gözlerimiz (retina tabakası) tarafından algılanan ışık, beyindeki ilgili merkeze ulaşır ve bu merkez de ışığın miktarına (gündüz-gece) bağlı olarak, uyku getirici veya uyanıklığı sağlayan (diğer bir ifadeyle uykuyu kaçıran) madde ve hormonları salgılayan merkezlere uyarıcı veya engelleyici mesajlar yollar. Dolayısıyla 24 saat içinde uyumaya yatkın olduğumuz veya istesek de kolay kolay uyuyamayacağımız dönemler vardır: Örneğin bütün gece uyumayan ve çok yorgun olan birinin, sabah-öğle saatleri arasında istediği halde kolayca uykuya dalamaması, hatta şaşırtıcı biçimde hareketli ve konuşkan görünmesi gibi. Buna karşılık uykuyu getiren hormonlardan biri olan melatonin akşam saatlerinden sonra daha fazla salgılanır ve gece uyumamızı kolaylaştırır.
Uyku açısından biyolojik ritmimizi düzenleyen etmenlerden biri de vücut ısısıdır. Vücut ısısının düşük olduğu dönemlerde, uykuya daha yatkın oluruz. Vücut ısısı gün içinde iki kez düşer. Bu düşüşlerden en belirgin olanı sabaha karşı saatlerde, diğeri ise öğleden sonra saat 14.00 civarındadır (öğleden sonra bastıran ve genellikle öğle yemeğine bağladığımız mahmurluk hali, aslında vücut ısısındaki azalmaya bağlıdır; ve yine bu sayede “öğle uykusu” uyumak mümkün olmaktadır).
Uykunun pasif ve tekdüze bir süreç olmadığının diğer kanıtları nelerdir?
Uyku, sabit ve tekdüze bir biçimde uyunan bir süreç (bilinç düzeyi) değildir. Uykunun belirli bir düzen içinde birbirini izleyen ve tekrarlayan değişik dönemleri vardır. Uyku esas olarak, hızlı göz hareketlerinin olduğu REM (İngilizce: Rapid Eye Movements) ve göz hareketlerinin yavaş olduğu ya da kaybolduğu NREM (non-REM) dönemlerine ayrılır. NREM dönemi de kendi içinde, uykunun derinliğine bağlı olarak dört bölüme ayrılır.
Uyanıklıktan uykuya NREM I dönemi ile geçilir. Kaslar gevşemeye başlar. Bu dönem çok kısa olup, biraz daha derin olan ve beyin dalgalarının daha yavaşladığı, ayrıca beyin elektrosunda uykuya özgü bazı dalga örneklerinin ortaya çıktığı NREM II dönemine geçilir. Bir süre sonra uyku daha da derinleşir, beynin aktivitesi (beyin dalgaları) çok daha yavaşlar, nabız ve solunum hızı azalır, arter basıncı ve vücut ısısı düşer, kaslar da iyice gevşerler. Bu yüzden NREM III ve IV, derin (yavaş) uyku diye de adlandırılır). Derin uyku, dinlendirici etkisi en fazla olan uyku dönemidir. Uykuya daldıktan ortalama 90 dakika sonra ilk REM dönemine girilir. REM uykusu rüyaların büyük kısmının görüldüğü, ayrıca gerek santral sinir sisteminin gerek diğer sistemlerin ve metabolizmanın, uyanıklığa yakın hatta bazen daha fazla aktif biçimde faaliyet gösterdiği dönemdir. Beyin dalgalarının hızı uyanıklığa yaklaşır, nabız ve solunum hızı zaman zaman yükselir, beynin metabolizması hızlanır. Gözler hızla hareket ederler. İlginç olan, bu dönemde göz ve solunum kasları dışında diğer bütün kasların gerginliğini tamamen kaybetmesi ve fizyolojik bir “felç” halinde bulunmamızdır (aksi takdirde rüya sırasında hareket eder, diğer bir deyişle rüyalarımızı “oynardık”!). Zaman zaman herkesin başına gelen ve uyandığımız halde ses çıkaramadığımız, hiçbir yerimizi hareket ettiremediğimiz, halk arasında “karabasan” diye adlandırılan durum; REM dönemi sırasında uyanıp kas tonusunun (gerginliğinin) henüz normale dönmemiş olduğu dönemi temsil eder.
REM dönemiyle birlikte uykunun ilk döngüsü (siklusu) tamamlanır. Sonra tekrar NREM’e geçilir ve normal, bölünmemiş bir gece uykusu, 4-6 benzer döngüden oluşur.
Bahsedilen uyku dönemlerinin bu düzen içinde ve belli oranlarda uyunması gerekmektedir. Ayrıca derin uykunun süresi, uykunun ilk yarısında (ilk sikluslarda) dinlenmeyi garantiye almak üzere daha fazla yer kaplamasına karşın, REM dönemlerinin süresi uykunun ikinci yarısında (özellikle sabaha karşı) uzar. Görüldüğü gibi uykunun bir “mimari” yapısı vardır. Bölünmüş, yüzeyselleşmiş, uyku dönemlerinin oranları bozulmuş, kısacası mimarisi zarar görmüş bir uyku, ne kadar uzun süre uyunursa uyunsun işlevini yerine getirmeyecek, kişi yatağından dinlenmemiş olarak kalkacaktır.
Uykunun işlevleri nelerdir?
Çalışmalar, uykunun vücudu dinlendirme ve ertesi güne hazırlama işlevinin yanında enerji tasarrufu (enerji biriktirme), büyüme (büyüme hormonu en fazla uykuda salgılanır ve çocuklarda büyümeyi sağlar), hücrelerin yenilenmesi, organizmanın onarımı, hafıza, türe has özelliklerin öğrenilmesini sağlayan genetik hafızanın programlanması, yeni bilgilerin öğrenilmesi-kalıcı hale getirilmesi ve özellikle bazı canlılarda ortama uyum sağlanması ve tehlikelerden korunma (örn. kış uykusu) işlevlerinin bulunduğunu göstermektedir. Uykunun bağışıklık sistemimiz üzerine de etkisi vardır; hepimiz kalitesiz veya yetersiz uyku sonucunda hastalıklara daha kolay yakalandığımızı bizzat tecrübe etmişizdir.
“Yeterli uyku”nun süresi ne kadardır?
Yeterli uyku süresi kişiden kişiye değişir ve esasen genetik olarak (doğuştan) getirilen bir özelliktir. Erişkin insanlarda bu süre 4-11 saat arasında değişmektedir; herkesin bildiği 7-8 saatlik süre ortalama bir değerdir. Ancak yukarıda uykunun yapısıyla ilgili verdiğimiz bilgileri göz önüne alarak uykunun süresi kadar, hatta ondan daha da fazla, uykunun kalitesinin önemli olduğunu belirtmeliyiz. Birçok kişi kendini zamanla adapte edip, alışageldiği uyku süresini bir miktar azaltarak da işlevlerini yerine getirebilmektedir. Oysa çeşitli uyku bozuklukları/hastalıkları, uyunan ortamdaki olumsuz şartlar, çeşitli nedenlerle kullanılan ilaçlar vb. birçok etmen uykuyu bölerek, uyku dönemlerinin oranlarını bozarak kaliteyi olumsuz yönde etkileyebilir. Böyle durumlarda kişi istediği kadar uyusun, kendini dinlenmiş hissetmez ve gün içinde işlevlerini yerine getirmekte zorlanır, konsantre olamaz, hatta her fırsatta uyuklar.
Şöyle de söyleyebiliriz: Kişinin sabah kalktığında kendini dinlenmiş ve dinç hissettiği, gün boyunca da konsantrasyon eksikliği ve yorgunluk hissetmeden, işlevlerini aksatmaksızın yerine getirebildiği uyku miktarı (süresi), onun için yeterlidir.
“Uyku Bozukluğu” sadece uykusuzluk demek midir?
Kişinin uykusuyla ilgili farkında olduğu ve onu en çok rahatsız eden yakınma uykusuzluktur. Bu yüzden hekime başvuran hastaların çoğunluğunu, uykusuzluktan yakınanlar oluşturur. Buna karşılık aşırı uykululuk (yorgun kalkma ve gün içinde uyuklamalar), çoğu hasta ve yakınları tarafından önemsenmez hatta normal karşılanır. Günlük yaşamdaki koşuşturmaya, strese, iş hayatının zorluklarına, trafiğe, yaşa veya kişinin tembelliğine bağlanır. Oysa gerek neden oldukları iş veya trafik kazaları, gerek hayati tehlike arz eden diğer hastalıklara yol açmaları dolayısıyla uyku tıbbı ile uğraşan hekimlerin aslında daha bir dikkat ve önem verdiği, hemen daima uyku incelemesine ihtiyaç duyduğu ve zaman geçirmeden tedavi gerektiren birçok hastalık, kendini aşırı uykululukla belli eder. Dolayısıyla uykusuzluk kişiye daha fazla rahatsızlık verse de, tanımlanmış 80’den fazla uyku hastalığının sadece küçük bir bölümünü oluşturmakta, sonuçları bakımından daha hayati veya acil rahatsızlıklar önemsenmeyerek atlanabilmektedir.
İnsomni (Uykusuzluk) nedir ve ne gibi durumlarda ortaya çıkar?
İnsomni (uykusuzluk), bütün dünyada ve özellikle gelişmiş ülkelerde uyku ile ilgili en yaygın ve sık karşılaşılan yakınmadır. Değişik ülkelerde yapılan çalışmalar, hangi tipte olursa olsun insomni için toplumda ortalama %35 civarında bir görülme oranı belirtmekte ve bunların da %10-15'inin orta veya ileri şiddette olguları kapsadığını ortaya koymaktadır. Az sayıda ve daha dar kapsamlı olmakla birlikte, ülkemizdeki çalışmalar da benzer sonuçlar vermektedir. Görülme sıklığı, kadınlarda daha yüksek orandadır ve yaşla birlikte artmaktadır.
İnsomni, azalmış ve/veya kalitesiz gece uykusu dolayısıyla gün içine yansıyan yorgunluk, bitkinlik, bilişsel işlevlerde yetersizlik, konsantrasyon güçlüğü, aşırı sinirlilik ve diğer bazı psikolojik belirtiler ortaya çıkaran önemli bir rahatsızlıktır. İnsomni, bu sayılan özellikleriyle kişinin sosyal ve mesleki yaşamını olumsuz yönde etkilemekte, hatta iş ve trafik kazası gibi daha vahim olaylara neden olabilmektedir. Hastalar yakınmalarını, tatmin edici miktarda olmayan ya da dinlendirmeyen uyku, uykuya dalma güçlüğü, uykuyu sürdürme güçlüğü (çok sayıda kısa ya da uzun süreli uyanmalar), erken uyanma veya bunların değişik kombinasyonları şeklinde ifade edebilirler.
Süre açısından ele alındığında insomniler üç bölüme ayrılabilir: Uykusuzluk yakınmasının süresi bir haftadan uzun değilse akut ya da geçici, bir hafta ile üç ay arasındaysa subakut veya kısa süreli, üç aydan fazlaysa kronik insomniden bahsedilir. Akut ve subakut insomniler, hastalığın son derecede yaygın ve hemen herkesin hayatının bir döneminde en az bir kere karşılaşabileceği formlarını temsil ederler. Genellikle insomniyle zamansal ilişkisi olan ve tanımlanabilir çevresel şartlara ya da psikolojik stresör faktörlere geçici uyumsuzluk ve reaksiyon söz konusudur. Stresör faktöre uyum sağlandıkça yakınmalar azalır ve genellikle önemli bir sorun oluşturmaz.
Buna karşılık eldeki veriler, insomninin genellikle kronik bir durum olduğunu; şiddetli insomnisi olanların %80'inde yakınmaların başlangıcının bir yıldan uzun bir süre öncesine dayandığını, orta veya ileri şiddette uykusuzluğu olan olguların %30-80'inde, zaman içinde anlamlı bir düzelmenin gözlenmediğini ortaya koymaktadır. Bu da, kronik insomninin çok yaygın görülmesine ve ciddi sorunlar doğurmasına rağmen, gerek hastalar gerek hekimler tarafından yeterince ciddiye alınmadığını, insomni tipinin ve altta yatan nedenlerin belirlenmesinde yetersiz kalındığını, uygun ve etkili tedavinin çoğu zaman sağlanamadığını göstermektedir.
İnsomninin çok sayıda nedeni vardır. İlerleyen yaşla birlikte uykusuzluk yakınmasının arttığı yukarıda belirtilmişti. Gerçekten de yaşlılıkta gece uykusunun toplam süresi azalır, uykuya dalma süresi uzar, daha erken saatlerde uyanılır, derin uyku azalır ve gece içi uyanıklıkların sayısı artar. Uyku, bebeklikteki veya çocukluktaki gibi polifazik özellik kazanır; başka bir deyişle gün içinde de uyuklamalar başlar. Normal yaşlanmanın beraberinde getirdiği bu “fizyolojik” değişikliklere ek olarak, yaşlılarda sık görülen kronik hastalıkların ve bunlar için sürekli kullanılan çeşitli ilaçların da etkisiyle, uykunun kalitesi iyice bozulabilir. Demanslı yaşlılarda uyku düzenindeki bozukluk daha da belirgin olup, gerek hasta gerek yakınları için çok büyük bir sorun yaratır.
En sık rastlanan uykusuzluk nedenini, psikiyatrik kökenli hastalıklar oluşturmaktadır. Başta depresyon olmak üzere duygulanım bozuklukları, psikozlar, anksiyete bozuklukları, panik bozukluklar, alkol ve diğer maddelerin kötüye kullanımı, sıklıkla uykusuzluk yakınmasına neden olurlar.
Uykusuzluk öğrenilebilir mi?
Psikiyatrik hastalıklardan sonra en çok karşılaşılan uykusuzluk tipi psikofizyolojik (öğrenilmiş) insomnidir. Öncesinde uykuyla ilgili önemli bir problemi olmayan hasta, genellikle gerginlik yaratan bir olaydan sonra geceleri uyuyamamaya başlar. Bu durum uzun süre devam ederse, başlangıçta uykusuzluğa neden olan stres faktörü ortadan kalkmış veya önemini yitirmiş olsa bile, uyuyamama endişesi ve hastanın uyumak için sarfettiği aşırı efor, bizzat uykusuzluğun nedeni olmaya başlar. Öyle ki, yatma zamanı yaklaştıkça hastanın gerginliği gittikçe artar, zihni o gece uyuyup uyuyamayacağı konusuna kilitlenir, yattığında uyanık geçirdiği her dakika gerilimini ve sıkıntısını arttırır; artık hasta yatağında uyumak için adeta savaş vermektedir. Geceler böyle devam ettikçe hasta uyuduğu ortama ve yatağına düşman olmaya başlar. Böylece bu kısır döngü, kronikleşerek öğrenilmiş uykusuzluk haline dönüşür.
Başka hangi uykusuzluk nedenleri var?
Uygunsuz uyku hijyenine bağlı insomniden, kaliteli bir uykuyu engelleyen alışkanlıklar sorumludur. Uyku için uygun saatlere ve kurallara uyulmaması, dinlenme ve çalışma saatlerinin iç içe geçmesi, uyku öncesinde aşırı yemek yeme veya çay-kahve gibi uyarıcı içkiler içme, yatağın uyku dışı (TV seyretme, kitap okuma, yazı yazma vb.) amaçlar için kullanılması, uykusuzluk yaratan hatalı alışkanlıklara örnektir. Bu alışkanlıklardan vazgeçmek suretiyle, uyku kısa zaman içinde kolaylıkla düzene girebilir.
Uyku algılama bozukluğu, hastanın subjektif uykusuzluk yakınmasının, uyku incelemesindeki objektif bulgularla uyumsuzluk gösterdiği durumlar için kullanılan bir terimdir. Hasta, gece normal uyuduğu halde hiç uyumadığını ya da çok az uyuduğunu iddia eder; başka bir deyişle hastanın uyuduğu süreyle ilgili tahmini, objektif uyku süresiyle uyuşmaz. İncelemeler, bu hastaların uykuya dalma süresi, toplam uyku süresi ve uyku örüntüsü bakımından normallerden önemli bir fark göstermediğini ortaya koymaktadır. Bazı olgularda gece boyunca birkaç uyanıklık meydana gelip uyku kısmen bölünmüş olsa bile, hastaların bu uyanıklıkları olduğundan çok uzun algıladıkları görülür. Genç erişkinlerde ve özellikle kadınlarda rastlanılan bu nadir rahatsızlığın nedeni iyi bilinmemektedir.
İdiyopatik (sebebi bilinmeyen) insomni bazen ailesel olabilen, çocukluk çağında başlayıp genellikle ömür boyu süren, uyku süresinin hemen her gece 4-5 saate kadar inebildiği, uykuya dalmanın uzadığı ve uyanıklık sayısının arttığı objektif, nadir bir uyku hastalığıdır. Nedeni bilinmemekle birlikte, sayılan tüm bu özelliklere dayanılarak santral sinir sisteminden kaynaklanan değişik patofizyolojik süreçler sorumlu tutulmaktadır.
Huzursuz Bacaklar Sendromu nedir?
Oldukça sık rastlanılan ancak hastadan yeterli bilgi alınmadığı takdirde kolayca atlanabilecek önemli bir insomni nedeni de huzursuz bacaklar sendromu (HBS)'dur. Hastalar bacaklarında, istirahat halindeyken ve özellikle yattıklarında iyice belirginleşen, iyi tanımlayamadıkları ancak son derecede rahatsız edici ve karşı konulamaz biçimde hareket ettirme ihtiyacı yaratan duyulardan yakınırlar. İyi lokalize edemedikleri bu hissi, derinlerden gelen yanma, çekilme, karıncalanma, iğnelenme, ağrı, sızı, uyuşma, elektriklenme gibi değişik terimlerle ifade etmeye çalışırlar. Belirtilen özellikleriyle HBS, uykuya dalmayı ileri derecede güçleştiren bir rahatsızlıktır. Hastaların yatakta bacaklarını sürekli ve düzensiz biçimde hareket ettirdikleri, ovuşturdukları, şiddetli biçimde salladıkları hatta dayanamayıp biraz rahatlayabilmek için yataktan çıkıp dolaştıkları dikkati çeker. Gerçekten de masaj ve hareket, hastaları önemli oranda rahatlatmaktadır. Ayrıntılı öykü alındığında, hastaların gün içerisinde de bacaklarını sürekli oynatmak ihtiyacı duydukları, uzun süre aynı pozisyonda hareketsiz oturmalarının mümkün olmadığı ve bu yüzden özellikle uzun yolculuklarda çok sıkıntı çektikleri öğrenilebilir. Tanı, esas olarak öyküye dayandığından, hastalığı tanımak ve uygun soruları yöneltmek önem kazanmaktadır; zira hastalar rahatsızlıklarını iyi ifade edemezler hatta uykusuzluğu bununla ilgili görmeyip hiç bahsetmeyebilirler.
Genellikle genetik (ailesel) özellik vardır. Ancak HBS, başka durumlara bağlı olarak da ortaya çıkabilir: Gebelik, demir eksikliği anemisi, folat eksikliği, periferik nöropati, şeker hastalığı, böbrek hastalıkları (üremi ve diyaliz hastaları), romatoid artrit, diskopati, omurilik lezyonları gibi değişik durumlar ya da hastalıklar HBS’na neden olabilir. Bunların varlığı saptanıp, nedene yönelik tedavi yapıldığında HBS semptomları düzelebilir. Nedeni bilinmeyen (genetik özellikli) olgulardan, sinir sistemindeki bir maddeyle (dopamin) ilgili bozukluğun sorumlu olduğu düşünülmektedir.
Uykuda periyodik bacak ve kol hareketleri (UPBH), çoğu zaman HBS’na eşlik eder. Zaten her iki hastalığın da patofizyolojik mekanizmalarının aynı olduğu düşünülmektedir. UPBH, esas olarak NREM uykusu sırasında 5-90 (ortalama 15-40) saniye aralıklarla ortaya çıkan, nadir olarak kolları ve gövdeyi de içine alabilen hareketlerdir. Bazen sıçrayıcı karakterde olabilir ancak daha çok 5 saniyeye kadar uzayabilen kasılmalar halindedir. Tipik olarak ayak başparmağının geriye kıvrılması şeklinde olup buna ayak bileğinin, dizin ve kalçanın fleksiyonu katılabilir. Aslında daha çok gündüz aşırı uykululuğa yol açmasına ve uykusuzluk yakınmalarının ön planda olmamasına rağmen, uykudaki hareketlerin sık ve şiddetli olduğu durumlarda uyanıklıklara neden olarak insomni yakınmasıyla da kendini belli edebilir. Dolayısıyla bu iki hastalıktan birinin varlığından kuşkulanıldığında, diğeri de dikkatle araştırılmalıdır.
Uykusuzluğun tedavisi nasıldır?
Ana ilke, etyolojik faktöre yönelik plan yapılmasıdır. Hastaların bir bölümü, sadece uyku hijyeninin (alışkanlıklarının) düzenlenmesinden önemli ölçüde yararlanırlar. Nedeni ne olursa olsun, tüm insomni hastaları bazı kurallar konusunda bilgilendirilmelidir.
Uykusuzlukta ilaç tedavisinde nelere dikkat etmeli?
Uykusuzluk yakınması psikiyatrik kökenliyse, nedene göre tedavi yapılmalıdır. Uyku ilaçları (hipnotikler), daha çok geçici veya kısa süreli insomnilerde, bir haftayı geçmeyecek süreyle kullanılabilirler. Prensip olarak kronik imsomnide hipnotik kullanımı endikasyonu yoktur! Zorunlu kalınırsa, hastanın girdiği kısır döngüyü ve buna bağlı gerginliği kırabilmek için, mümkün olan en kısa süreyle ve 4-6 haftayı kesinlikle aşmamak kaydıyla hekim kontrolünde verilebilirler. Hastaların tavsiyeyle ve rasgele kullandıkları bu tip ilaçlara zamanla tolerans gelişir (aynı etki için gereken dozun zamanla artması), kesildiklerinde ise uykusuzluk daha şiddetli biçimde geri döner.
Hipersomni ne demektir, ne gibi durumlarda görülür?
Hipersomni, anlam olarak aşırı uyku ve uygun olmayan ortam ve zamanlarda uyku ihtiyacının ön planda olması demektir. Birçok uyku hastalığı bu belirtiye yol açmaktadır; ancak burada en önemli olanları hakkında bilgi verilecektir.
Narkolepsi-Katapleksi Sendromu: Gün içinde ortalama 2-3 saat aralıklarla önlenemez uyku ataklarının ortaya çıktığı, bu ataklar dışında da kişinin kendini uykulu ya da yorgun hissedebildiği, hatta uyanıklık içine mikro uyku dediğimiz saniyelik uyku dönemlerinin karışabildiği, daha çok ergenlik ve genç erişkinlik çağlarında başlayan bir hastalıktır. Uykululuğun yanında, kasların aniden gevşemesine bağlı olarak kişinin olduğu yere yığılmasına ve bir süre hareketsiz kalmasına yol açabilen katapleksi de önemli belirtilerden biridir. Katapleksinin daha hafif şekillerinde sadece boyun veya çene kaslarında tonus kaybı (gevşeme) olur. Bu durumda hastanın sadece başı öne veya arkaya doğru düşer ya da çenesi sarkar. Katapleksi genellikle ani duygusal değişikliklerle (üzüntü, korku, kahkaha,ağlama gibi) tetiklenir. Başka bir belirti uyku paralizisi (uyku felci) olup, uykuya dalarken ya da uyanırken kol-bacaklarda ve gövdede tek taraflı veya yaygın, kısa süreli, ani kuvvet kaybıyla karakterizedir. Yine uykuya dalarken veya uyanırken ortaya çıkan, genellikle görsel tipte varsanılar (halusinasyonlar) da hastalığın belirtilerindendir.
Horlama nedir?
Horlama, nefes alma sırasında havanın dar bir alandan geçerken, çevresindeki yumuşak dokuların titreşimiyle ortaya çıkan sestir. Darlık arttıkça doğal olarak horlama da şiddetlenecektir. Horlamayı oluşturan darlık, sanılanın aksine sadece burundaki bir patolojiyle değil, genellikle üst solunum yolunun dil arkasında ve yutak çevresindeki bölümünün daralmasıyla ilişkilidir.
Erkekler neden kadınlardan daha sık oranda horlar?
Bunun nedeni, yağlanmanın kadınlarda esas olarak kalça bölgesinde, erkeklerde ise boyun ve karın çevresinde yoğunlaşmasıdır. Özellikle kilolu erkeklerde bu durum, yatarken (bilhassa sırtüstü pozisyonda) karın kitlesinin diyaframa baskısıyla göğüs içi basıncını arttırır; dilin de arkaya kayması ve uyku ile birlikte yutak çevresindeki yumuşak dokuların ve kasların gevşemesiyle horlamayı doğuracak şartlar ortaya çıkmış olur. Kadınların kas yapısındaki farklılıkların da horlamayı azalttığı düşünülüyor. Menopozdan sonra hormonal değişiklikler sonucu kadınların kas yapısı da erkeklerinkine benzemeğe başladığından, belirli bir yaştan sonra onların da horlama oranı erkeklere yaklaşır, hatta eşitlenir.
Horlama bir hastalık mıdır?
Kesintisiz, yani solunum düzensizliğinin eşlik etmediği horlamanın, uykuda bölünme oluşturmuyorsa hastaya herhangi bir zarar vermediği düşünülmektedir. Bu tür horlamaya, basit horlama diyoruz. Burada, gürültüden dolayı çevrenin, özellikle de eşin rahatsız olması ve uykusunun bölünmesi söz konusudur. Zaten basit horlaması olan kişiler, daha çok yakınlarının ısrarı dolayısıyla hekime başvururlar.
Basit horlama başlangıçta pozisyoneldir; yani sırtüstü pozisyonda ortaya çıkar. Kilo aldıkça üst solunum yolundaki darlığın artmasından dolayı her pozisyonda horlama olur.
Ancak son zamanlarda yapılan araştırmalar, uykuda solunumla ilgili düzensizlikler (örneğin solunum durmaları) olmasa bile, basit horlamanın, gece boyunca solunum için harcanan güç dolayısıyla vücutta yorgunluğa, buna bağlı olarak da gündüz halsizlik ve uykululuğa neden olabildiğini gösteriyor.
Horlama tedavi edilmeli mi?
Horlama eğer uykuda solunum düzensizliklerine neden olmuyorsa, basit bazı önlemlerle hafifletilebilir, hatta bertaraf edilebilir.
Kilo verme, uyku saatlerinden önce alkollü içki almama, akşamları hafif yemekleri tercih etme, yüksek yastıkla yatma, burun bantları yapıştırma gibi basit önlemler genellikle çok faydalı olmaktadır. Diğer bir yöntem de sırta tenis topu büyüklüğünde bir top bağlayarak yatmaktır. Sırtüstü pozisyonda horlama daha sık ortaya çıktığından, ilk bakışta garip gibi gözüken bu yöntem çoğunlukla etkili olmaktadır. Kişi uykuda her sırtüstü pozisyona geldiğinde toptan dolayı rahatsız olacak, bu yüzden belki farkında bile olmadan yana dönecek ve horlamadan uyuyabilecektir.
Bu yöntemlerin etkili olamadığı şiddetli horlama durumlarında ise başka tedavi seçeneklerinden yararlanılır. Bunlardan biri, dili bastırma (geriye gitmesini engelleme) ve çeneyi öne doğru iterek ağız içi boşluğunu genişletme yoluyla etkisini gösteren ağız içi alet uygulamasıdır. Bu aletler, konuyla ilgili diş hekimleri tarafından her hastanın ağzına uygun ölçüler alınarak yapılır. Horlayan kişi, diş protezine benzer bu aleti takarak yatar ve uyur.
Diğer bir tedavi seçeneği de horlamayı giderici ameliyatlardır. Son zamanlarda bu ameliyatlar, özellikle lazerli aletler kullanılmak suretiyle basit ve lokal anesteziyle dahi yapılabilir duruma gelmiştir. Ancak bu ameliyatlar rastgele yapılmamalı, her şeyden önce rahatsızlığın basit horlamadan ibaret olup olmadığı iyi belirlenmeli, başka bir deyişle mutlaka doğru endikasyon konulmalıdır. Bunun için en doğru yol, horlayan kişinin bir uyku laboratuarı tarafından değerlendirilmesi, gerekli görülürse uyku incelemesinin yapılması ve ancak uykuyla ilişkili ciddi bir solunum probleminin olmadığı kanaatine varılırsa ilgili KBB hekimine yönlendirilmesidir.
Tıkayıcı Uyku-Apne Sendromu (TUAS) nedir?
“Apne” nefes durması demektir. TUAS, üst solunum yollarındaki (horlamada olduğu gibi özellikle dil arkası ve yutak çevresindeki) darlığın ileri boyutta olduğu durumlarda, uykunun başlamasıyla birlikte yumuşak dokuların gevşemesi ve nefes alma sırasında oluşan negatif basınç dolayısıyla solunum yolunun tıkanması, böylece ağız ve burundan hava girişinin en az 10 saniye süreyle engellenmesiyle karakterize ciddi bir hastalıktır. Nefes durmaları gece boyunca sık olarak (bazen yüzlerce kez) tekrarlar, her biri ortalama 20-40 saniye sürelidir, şiddetli olgularda bu süre iki dakikadan fazla olabilir! Nefes durmaları sırasında kandaki oksijen miktarı önemli ölçüde azalır, dolayısıyla kalp, beyin ve diğer organlara yeterli oksijen ulaşamaz.
TUAS kimlerde görülür?
Toplumda TUAS görülme sıklığı, uyku laboratuarı çalışmaları sonucunda erkeklerde en az %4, kadınlarda %2 oranında belirlenmiştir. Aynen horlamada olduğu gibi yaşın artmasıyla birlikte sıklık da artar; 60 yaş sonrasında erkeklerde bu oran %28’lere ulaşır. Menopozdan sonra kadınlarda da bu oran %20’ye yaklaşır.
TUAS, genellikle kısa boylu, şişman-göbekli, kısa boyunlu erkeklerin hastalığı olarak bilinirdi. Şişmanlıktan başka, üst solunum yollarında daralmaya neden olan büyük dil, yüksek ve kavisli sert damak, sarkık yumuşak damak, uzun ve kıvrımlı küçük dil, küçük çene yapısı, büyük bademcikler, halk arasında burun eti diye bilinen adenoid hiperplazi gibi anatomik özellikler ve allerjik konjesyonlar da hastalığa zemin hazırlarlar. Ancak hastalığın oluş mekanizması hayli karışıktır ve sadece bu faktörlerle açıklamak her zaman mümkün olmaz. Nitekim uykuda nefes durmaları olmayan şişman kişiler olduğu gibi genç, zayıf ve hastalığa zemin oluşturabilecek belirgin bir yapısal bozukluğu olmayan kişilerde de (hatta çocuklarda bile) pekala TUAS görülebilmektedir.
Hastalığı nasıl farkedebilirim?
Solunum problemleri uykuda oluştuğu için hastanın kendisi durumdan haberdar değildir. Durumu hemen daima hastanın eşi veya yakınları farkeder. En belirgin bulgu horlamadır. Hastaların hemen tamamı çok şiddetli biçimde horlarlar. Hasta düzenli şekilde horlarken aniden sesi kesilir. Hastanın yakınları, önce bu durumun farkına varırlar. Nefes durması sırasında diyafram adı verilen ve akciğerlerin altında yer alan kas, kasılmaya devam ettiği için, karın ve göğüs hareketleri devam eder. Bu yüzden hava girişinin durduğunu, dışarıdan izleyen birinin ilk anda anlaması zordur. Yukarıdaki tıkanıklığı yenmek için diyafram gittikçe daha fazla kasılır, karın ve göğüs hareketlerinin genliği artar ve bir noktadan sonra bu artmış solunum eforuyla tıkanıklık yenilince hasta öncekinden daha şiddetli bir ses çıkararak (adeta kükrer gibi) tekrar solumaya başlar. Bu esnada kısa bir uyanıklık olur, ancak bu uyanıklık elektrofizyolojik düzeyde (çoğu kez ancak uyku laboratuarında beyinden alınan kayıtlardan anlaşılacak düzeyde) kaldığından hasta bunu hatırlamaz. Uyku devam ettiğinde, kısa bir süre sonra olay aynı biçimde (darlık belirginleştiğinden) yeniden başlar; bir kısır döngü halinde gece boyunca uyku-solunumun durması-tekrar başlaması-kısa uyanıklık-uykuya dalma şeklindeki epizotlar yüzlerce kez yinelenerek devam eder. Solunum durmalarının uzun sürmesi bazen hasta yakınlarını telaşlandırarak onu uyandırmaya zorlar. Bazen de hasta boğulma hissiyle uyanabilir.
Her horlayanda TUAS var mıdır?
Hayır. Uykuda solunum durması olanların hemen hepsi horlar, ancak bu, her horlayanda TUAS var demek değildir! Kesin tanı ancak konuyla ilgili uzman hekimlerin değerlendirmesi ve uyku laboratuarında yapılacak uyku incelemesiyle konur.
Hastalığın, hasta tarafından farkedilebileceği en önemli belirtisi nedir?
Hastalığın ilk ve en belirgin semptomu gündüz aşırı uykululuk halidir. Hastanın, gece boyu sık olarak tekrarlanan solunum durmaları yüzünden, çok sayıda kısa uyanıklıklarla bölünmüş ve bir türlü derinleşemeyen, dolayısıyla dinlendirici olmayan kalitesiz bir uykusu vardır. Hasta uyanıklıklarını hatırlamadığından ve gece olup bitenlerden habersiz olduğundan, deliksiz uyuduğunu sanır. Ancak durum böyle değildir.
Hasta ne kadar uzun süreyle uyursa uyusun, sabah hiçbir şekilde dinlenmiş kalkamaz. Gün içinde sürekli isteksiz, yorgun, halsiz, enerjisini yitirmiş durumdadır. Başlangıçta istirahat halindeyken (iş yapmadan otururken, toplantılarda, gazete okur veya TV izlerken vb.), özellikle öğleden sonraları ve akşamları, mücadelede zorlandığı uyku atakları hatta fırsat buldukça uyuklamalar (kestirmeler) başlar. Bu kestirmeler önceleri birkaç dakika sürer, zamanla ortam uygun olduğunda ya da hafta sonu 1-2 saat sürebilir; ancak süresi ne olursa olsun dinlendirici değildir, hatta uyanınca hasta kendini sersemlemiş hisseder. Hastalık ilerleyince uykululuk o derece artar ki, hasta kendini uygun olmayan ortamlarda bile (sinema-tiyatro gibi toplu yerlerde, iş görüşmesinde veya misafirlikte, hatta telefonla konuşurken ve en önemlisi direksiyon başında) uyuklamaktan alıkoyamaz.
Önemli iş ve trafik kazaları meydana gelebilir! Hastalık, toplumun büyük bölümü, hatta birçok hekim tarafından iyi bilinmediği için hekime başvuru ve tanı gecikir. Çoğu hasta ve yakın çevresi, uzun süreden beri devam eden bu durumu kanıksar, neredeyse normal ve onun kişisel özelliği gibi kabul ederler. Önemli sayıda hasta, halsiz ve isteksiz görünümlerinden dolayı yanlışlıkla depresyon tanısı ile tedavi edilmeye çalışılır. Üstelik insanlar genellikle aşırı uykulu olduklarını kabullenmezler; bunun tembellik gibi algılanacağından endişe ederler ve inkar etme eğilimine girerler. Durumlarını yaşam şartlarının zorluğu, aşırı stres, günün yorucu geçmesi gibi nedenlerle açıklamaya çalışırlar. Oysa süreklilik kazanmış bu durumu belirtilen nedenlere bağlamak doğru değildir ve çok önemli sorunlara yol açacak önemli bir hastalığın tanısını geciktirmektedir.
TUAS’dan şüphelenebileceğim başka bulgular var mı, ne zaman bir uyku laboratuarına başvurmalıyım?
Yukarıda belirtildiği gibi şiddetli horlamayla birlikte gündüz aşırı uykululuk hali, en dikkat çekici ve önemli bulgudur. Bunun yanında, aşağıdaki belirtilerin bazıları veya tamamı mevcutsa, bir dakika bile kaybetmeden bir uyku bozuklukları merkezine başvurma zamanı gelmiş demektir!
- Sabah şiddetli ağız kuruluğu ile uyanma
- Sabah başağrıları
- Eskiye oranla daha sinirli ve daha tahammülsüz olma
- Anksiyete
- Konsantrasyonu sürdürmede güçlük
- Çocuklarda okul başarısının düşmesi
- Unutkanlık
- Eskiden olmadığı halde gece bir veya daha fazla kez tuvalete kalkma
- Yine eskiye oranla belirginleşen ve iklim şartlarıyla açıklanamayan gece terlemeleri
- Cinsel istekte azalma, (erkekte) iktidarsızlık.
Hastalığın en önemli komplikasyonları nelerdir?
- Herşeyden önce aşırı uykululuk hali okul veya iş verimini düşürmekte, önemli işgücü kaybına neden olmakta, dikkatsizlik ve konsantrasyon eksikliği nedeniyle önemli iş kazalarına neden olmakta, en önemlisi trafik kazalarına yol açmaktadır. A.B.D.’de yapılan araştırmalar, özellikle uzun yol ve ağır vasıta şoförlerinin yaptığı kazaların yarısına yakın bölümünden, TUAS’un sorumlu olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bilgiden yola çıkarak, ülkemizdeki trafik kazalarının da önemli bir kısmının altında bu hastalığın yattığını düşünmek yanlış olmayacaktır!
- Nefes durmalarının süresine bağlı olarak, normalde kanda %97-98 oranında olması gereken parsiyel oksijen basıncında önemli düşmeler meydana gelmekte, ağır olgularda bu oran %50’nin bile altına inebilmektedir. Bu da hayati organlara (kalp-beyin gibi) daha az oksijen gitmesi demektir. Buna bağlı olarak miyokard infarktüsü ve özellikle gece gelişen inme (felç) riski artmaktadır. Ayrıca uykudaki nefes durmaları sırasında veya sonunda kalp atımında düzensizlikler (hatta ilerlemiş olgularda kısa sureli durmalar), nabız hızında ve kan basıncında önemli değişiklikler (yükselmeler) olmakta, yıllar içinde bunlar kalıcı bozukluklara neden olmaktadır. Gerçekten de TUAS olan hastalarda miyokard infarktüsü, felç ve hipertansiyon oranı, aynı yaş grubundaki diğer kişilere göre daha yüksek bulunmaktadır. Yeni araştırmalar, esansiyel (nedeni belirlenemeyen) hipertansiyon olgularının %30-50’sinde TUAS’ın varlığını göstermektedir!
Kısacası kalp-dolaşım sistemi ve beyinle ilgili hayati önem taşıyan hastalıkların ortaya çıkmasında bu hastalığın rolü çok önemlidir; bu yüzden eğer varsa TUAS tanısının gecikmemesi ve mutlaka tedavi edilmesi gerekmektedir!
Tanıya nasıl varılır?
Kesin tanı için vazgeçilmez yol, yakınmalar değerlendirilip TUAS'nun varlığından kuşkulanıldığında, hastanın uyku laboratuarında tüm gece uyku incelemesinin yapılmasıdır. Bunun için hasta randevu gecesi laboratuara gelir, daha ayrıntılı bilgiler için bazı soru formları doldurur ve uyku kaydı için hazırlanır. Uyku esnasında olup bitenlerin eksiksiz biçimde izlenip anlaşılabilmesi için, gece boyunca birçok parametrenin kaydedilmesi gerekir. Hastanın ne zaman uyanık, ne zaman uykuda olduğunun, uykunun hangi dönemlerinde bulunduğunun ve bunların gece içindeki oranlarının belirlenmesi için elektroensefalografi, göz hareketleri, ayrıca çene ve bacaklardan kas aktivitesi kayıtları; solunum olaylarının belirlenebilmesi için de ağız-burun solunumu, göğüs ve karnın solunum hareketleri, kan parsiyel oksijen basıncı, kalp atımı gibi birçok parametre, baş ve vücuda yerleştirilen elektrod, kemer ve diğer sensörlerle kaydedilir. Hastalar başlangıçta bu şekilde uyuyamayacakları endişesine kapılsalar da duruma kolayca adapte olurlar ve rahatlıkla uyurlar. Elektrodlar, özel yapıştırıcılarla çok iyi tespit edildiklerinden, hasta yatakta istediği gibi hareket edebilir, istediği yönde yatabilir. Burada sadece hastadan gelen verilerin kaydı söz konusudur; hasta acı duymaz, kendisine ilaç da verilmez. Yalnız, hastanın doğal uykusunu bozmamak için incelemenin yapılacağı gün, özellikle öğleden sonra uyarıcı içecekler (çay-kahve-kola), alkol, aşırı miktarda sigara, uyarıcı veya sakinleştirici herhangi bir ilaç almaması istenir. Ertesi sabah her zaman uyandığı saatte kalkar. Gündüz aşırı uykululuğun objektif biçimde ortaya konulabilmesi için bazen gündüz de uykuya dalıp dalmadığının kontrol edildiği, ikişer saat aralıklarla kısa süreli (20 dk) testler de yapılabilir.
Tanı kesinleştiğinde, tedavi bölümünde daha ayrıntılı biçimde anlatılacak olan “CPAP” aletinin ayarlanması için, genellikle ertesi gece ikinci bir uyku incelemesi gerekir.
Hastalığın derecesi nasıl belirlenir?
Uyku incelemesi sonucunda, uyku süresince nefes durmalarının sayısı, süreleri ve oksijen azalmasının düzeyi (en düşük oksijen düzeyi) belirlenir. Uyku-apne sendromunda sadece nefes durmaları olmaz; solunumda yüzeyelleşmeler de (hipopne) ortaya çıkar ve bunlar da oksijen azalmasına yol açar. Hastalığın derecesini belirlemek için uykudaki solunum düzensizliklerinin (apne ve hipopnelerin) toplam sayısı bulunur ve uykuda saat başına düşen solunum düzensizliklerinin sayısı hesaplanır. Buna “apne-hipopne indeksi” adı verilir. Saat başına düşen apne-hipopne sayısı (indeks) 5-15 arasındaysa hastalık hafif düzeyde, 15-30 arasındaysa orta düzeyde, 30’un üzerindeyse ileri düzeyde demektir.
“CPAP tedavisi” ne demektir?
CPAP aleti (Continuous Positive Air Pressure) özel bir burun maskesi, bu maskeye hava gelmesini sağlayan hortum ve devamlı pozitif basınç üreten bir tür hava kompresöründen oluşur. İlk üretildiklerinde oldukça büyük hacimliyken ve gürültülü çalışırken, şimdi bir çantaya girebilecek-komodinin üzerinde rahatça yer bulabilecek boyuta inmişlerdir ve çok sessiz çalışabilmektedirler. Küçük boyutları sayesinde tatile-yolculuğa giderken hastalar aletlerini kolayca beraberlerinde götürebilmektedirler. Maskelerin boyutları da iyice küçülmüş ve yalnız burnu örter duruma gelmiştir.
CPAP aleti, ağız içinde sürekli bir pozitif basınç yaratıp dokuların gevşemesini ve hava yolunu daraltmasını engelleyerek etkisini gösterir. Doğal olarak, bunun için gerekli olan hava basıncı her hastada farklıdır. Tanı konulduktan sonra, ikinci gece bu aletle yapılan çekim sırasında basınç en düşük değerden başlanarak uyku sırasında kademeli biçimde arttırılır; en sonunda uykunun her döneminde ve her pozisyonda solunum düzensizliklerini ve horlamayı ortadan kaldıran değer bulunur. Bundan sonra hasta geceleri evinde kendi aletini belirlenen bu basınçla kullanır. Solunumun rahatlaması ve horlamanın giderilmesiyle hasta rahat ve kesintisiz uyumaya başlar. Hastalar genellikle daha deneme gecesinin ardından uykularındaki olumlu değişimi farkederler; uzun süreden beri ilk kez bu kadar iyi uyuduklarını ve dinlenmiş olarak kalktıklarını ifade ederler. Birkaç gün içinde uyku tamamen normal hale gelir ve hastalığın neden olduğu daha önce sıralanmış olan bütün belirtiler kısa sürede ortadan kalkar. Bu olumlu gelişme, hastaların alete uyumunu daha da kolaylaştırır. TUAS hastalarının %70’i bu tedaviye uyum sağlamakta ve aletlerini düzenli kullanmaktadır.
CPAP tedavisi, hangi düzeyde (şiddette) olursa olsun, tüm TUAS olgularında bugün için en etkili ve kesin tedavi yöntemidir. Ancak bu etki, alet düzenli kullanıldığı sürece geçerlidir. Hasta aletini takmadan uyursa, horlama ve solunum düzensizlikleri eskisi gibi devam eder.
Başka tedavi seçenekleri de var mı?
- Kuşkusuz, horlama bölümünde belirttiğimiz basit önlemler hastayı biraz daha rahatlatması, en azından durumunu ağırlaştırmaması bakımından önemlidir; ancak bunların hiçbiri yeterli sonuç vermez.
- Diyet ve kilo verme şüphesiz gereklidir, ancak TUAS’lu hastalar metabolizmalarındaki ve hormonal dengelerindeki düzensizlikten dolayı kolay kilo verememekte veya verdikleri kiloları kısa süre sonra fazlasıyla geri almaktadırlar. CPAP aleti kullanmaya başladıktan sonra ise kilo vermelerinin kolaylaştığı gözlenmektedir. Bu hem metabolik dengelerinin düzelmesine hem de uykululuğun azalması dolayısıyla daha hareketli bir yaşam sürmeye başlamalarına bağlı olabilir. Sonuçta zayıflama ile birlikte üst solunum yolundaki darlık da azalmakta, böylece zamanla CPAP aletini daha düşük basınçlarda kullanmak ve dolayısıyla tedaviye daha iyi uyum sağlamak mümkün olmaktadır.
- Bazı hafif olgularda ağız içi araçlar bir süre yararlı olabilmektedir.
- Cerrahi yöntemler arasında en sık uygulananı UPPP ameliyatıdır (uvulo-palato-farengo-plasti). Bu ameliyat, basit horlamada uygulananlara göre daha kapsamlı ve ciddidir. Küçük dil ve yumuşak damak başta olmak üzere üst solunum yolundaki yumuşak dokuların fazlalıklarını azaltma ve dokuları gerginleştirme amacını taşır. Önceleri çok başarılı bulunan bu yöntemin her zaman kesin sonuç vermediği, yıllar sonra horlamanın ve solunum düzensizliklerinin tekrar ortaya çıkabileceği anlaşıldı. Ameliyatın önemli bir riski de, hastalığın horlama gibi uyarıcı bir belirtisinin ortadan kalkması ve hastanın iyileştiği düşünüldüğü halde solunum durmalarının sessiz olarak devam edebiliyor olmasıdır. Gün geçtikçe daha yeni ameliyat teknikleri (dili askıya alma, dil köküne radyofrekans tekniği uygulamaları, çene ameliyatları…gibi) denenmekte ve başarıyla uygulanmaktadır.
En iyisi cerrahi seçeneklerin, apne-hipopne indeksi 30’un altında olan genç, CPAP aletine uyum sağlayamayan ya da estetik kaygılarla kullanmak istemeyen olgularda bir süre zaman kazanmak için uygulanmasıdır. - Yaşlı hastalarda veya yaşı ne olursa olsun apne-hipopne indeksi 30’un üzerinde olan olgularda; ayrıca indeksi düşük olsa bile gündüz aşırı uykululuğu mevcut kişilerde ise, tedaviye uyum problemi olmadıkça ilk seçenek CPAP cihazı olmalıdır. Daha önce de belirttiğimiz gibi en güvenilir ve kesin tedavi yöntemi budur!
Memorial Tıbbi Yayın Kurulu tarafından hazırlanmıştır.
Güncelleme Tarihi : 6 Haziran 2024
Yayınlanma Tarihi: 30 Nisan 2009